Çarşamba, Ekim 31, 2007

Erdal İnönü'yü kaybettik....

Bugün, hepimizin uzunca bir süredir içselleştirdiği politikacı portresinden çok ama çok uzak bir politikacı, bilim insanı Prof.Dr. Erdal İnönü'yü kaybettik. Toprağı bol olsun.

Salı, Ekim 30, 2007

İstanbul, bienal, bebekler...

Çok eğlendik, orası kesin. Erkin olunca işin içinde, bol bol gülündü. Asmalımescit'te biralar içildi, Ortaköy'de kumpirler yendi, Yeniköy'de kahvaltı, Pano'da şarap, Katrancı, Aslı, Arzu, Tevhide nerdesiniz derken üç gün göz açıp kapayana kadar geçti. Asıl gayemiz Oylum'u görmek ve bienal gezmekti ya, her seferinde oturduğumuz yerden bir türlü kalkamadık. Biraz daha saykallansak ikisini de yapamayacaktık ama Allahtan arada bir silkinip kendimize geldik de hem Oylum'u ve Ece sultanı (bebeğimiz) gördük hem de bienal gezdik.Çok garip bir duygu, bir hafta içinde Oylum anne oldu, Melih de baba. Yahu 14-15 yaşında lisedeki hallerimiz daha dün gibi. Sade ben değil ha, yanlış anlaşılmasın, herkes şokta. Melih'in kızı doğduğunda Emrah ağlamaya başladı. Ben ne yapacağımı şaşırıp annemi aradım. Bilge Hollanda'da dokuz doğurdu. Sıra Mehmetimde. O da baba oluyor. Nasıl olacak bu işler? Nasıl? Günler olsa iyi, yıllar tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali dostlar...

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Işık Dağı eteklerinde

Cuma öğleden sonra bir çabuk organize olduk, bu sabah da saat 10'da düştük yollara Kızılcahamam'a doğru. Kadromuz gayet sağlamdı. Umut, Rabia, Fatih, Serap, Şamil, Ümit, Ezgi ve İbrahim ve 3 tane de GPS. Vara vara vardık Kızılcahamam'ın Karagöl mevkiine. Hangi yoldan, ne kadar zamanda gittik, hangi köylerden geçtik gibi bilgileri takımımızın tecrübeli blogger'ı Şamil'e bırakıp, ben olayın magazin kısımlarını anlatmaya devam edeyim. Önce yanlışlıkla Karagöl etrafında bir tur attık, sonra böyle olmayacak deyip elimizdeki GPS izini takip etmeye karar verdik. Kılavuzumuz da Ümit.
Ezgi ile İbrahim'e zaten bir önceki gece google earth'den rotayı gösterip, yaylaya kadar yürür döneriz diye kandırmıştım ya, 1 saat sonra yaylaya vardığımızda kimse daha dönme niyetinde değildi tabii. Ondan bir 45 dakika sonra yemek için mola verdik. Şahane tıkındık. Sandviçler, çay, kahve, bisküvi, meyve. Gücü topladık. Dönüşte biz Ümit'le, geldiğimiz yoldan dönmek yerine, bir katakulli ile herkesi uzun yola sokmayı başardık. Ve tam bir turu tamamladık.
Toplam 14 km., 4 saate yakın bir yürüyüş. Çok keyifli idi. Hakikaten yorulduk. Hiç geri dönemeyeceğimizi düşünenler oldu. Ama başardık. :) Gene yapalım. Hep yapalım. Açık hava, geniş alan iyi geliyor insana. Tüm katılımcılara canı gönülden teşekkürler.

Kuğu Gölü Balesi

Geçenlerde gitmiştik Opera binasına bir Fado konseri için. Çok hoşuma gitmişti. Erken Cumhuriyet döneminden kalma bina buram buram cumhuriyet Ankarası kokuyordu. Az bulunur bir kokudur ya meraklısı bilir. O zaman dedim kendi kendime. Eh oğlum Umut, madem sevdin bu binaya gelmeyi, e yaşın da artık kemale erdi. Şu bale ne imiş, opera ne imiş öğrenmenin zamanıdır. Hemen bir bilet aldım. Biliyorum önceden de denemiştim, opera olsun, bale olsun, gösterilerin biletleri bir hafta önceden bitiyor. Öyle bugün karar verdim, yarın seyredeyim bir tane yok. Neyse geçen hafta Çarşamba, hayatımda ilk defa bir baleye, Kuğu Gölü Balesi'ne gittim. 3 perde idi. 3. perdede salon görünür bir şekilde boşaldı. Kesinlikle çok mutlu olduk. Masalsı bir dünya yaratılmış. Ufaktan rahatsız eden bir asenkron durumlar vardı. Ben bale bilmem, belki olağanı budur dedim, eve geldim okudum. Bu işin makbulu senkron haraketlerin uyumu imiş. Zannedersem çok süper bir performans değildi seyrettiğimiz, sıralarda kaymalar, ellerde, kollarda uyumsuzluklar vardı ama olsun. Başka bir keyifti. Datmış olduk. Hayatta her bir keyiften bir nebze felsefemiz ile bundan sonraki amacımız bir opera gösterisine gitmek. Sonra da bu gitmeleri bir alışkanlık haline getirip ayda, iki ayda bir bir gösteri izlemek. Becerebilirsek.

Pazartesi, Ekim 15, 2007

Bayramdan kesitler

Gene Akçay gitme planları suya düştü. Çümbür cemaat Sındırgı'daydık. Ha şikayetçi değilim. Kesinlikle. Özleşmişiz. Uzun uzun muhabbetler edildi. Masalar kuruldu, yenildi, içildi. Gülündü eğlenildi. Büyükler ziyaret edildi. Eller öpüldü, hal hatır soruldu. Herkesin keyfi her zamankinden iyi miydi, yoksa, benim aklımda hiç dert tasa kalmamış olmasından bana mı öyle gözüktüler bilemiyorum ama her görüştüğüm yakınımda bir iyi hal, mutluluk gözlemledim.
Sadece büyükler ile de yetinmedim bu sefer, Tunay'lar ve Gökay'lar ile pazar akşam üstü keyfi yaptık. Çok keyifliydi. Kısacık zamana dostlar, akrabalar. Evet, evet bayramları seviyorum ben.

Perşembe, Ekim 11, 2007

Bisikletten nerede düştüm?

GPS ne işe mi yarar? Ha bu işe yarar. Düştüğüm gün, patikaları işaretlemek için GPS'i çalıştırıp çantama atmıştım . Ne zamandır bakacağım da elim ermemişti, doğrusu canım da istememişti. Biraz önce aldım GPS'den düştüğüm günün verisini. 23 Eylül 2007, sabah 8:38 civarında 20km/saat hızla giderken, yukarıdaki haritada işaretlediğim yerde düşmüşüm. Tarihin sayfasına kaydola.

Cumartesi, Ekim 06, 2007

Bir muharebede "galip", "mağlup" yoktur

Bir muharebede "galip", "mağlup" yoktur. Kim daha geç kaçarsa ona "galip" denir...
İsmet Paşa
Daha önce de dönem dizileri ve Hatırla Sevgili'yi niye sevdiğime değinmiştim ya dün gece gene tarihte hiç bilmediğim bir olayı, kişiyi tanıdım dizi sayesinde. İmran ÖKTEM. 66-69 yargıtay başkanı, adli yıl açılışlarında yaptığı aydınlanmacı konuşmalar ile tüm dikkateleri üstüne çekmiş ve diziden izlediğimiz, sonra da okuduğum kadarı ile cenazesini sofular basmış. Cenaze namazını kıldırmamaya, tabutunu devirmeye kalkışmışlar. Çıkan arbedede, namazın kılınması ve cenaze töreninin tamamlanmasında ısrarcı olan, sofuların gövede gösterine pabuç bırakmayan İsmet Paşayı bir tuğgeneral tabancasını çekerek korumak durumunda kalmış.
Konu hakkında nette gezinirken, Çetin Altan'ın bir konu ile ilgili bir yazısında İsmet paşanın yukarıdaki sözünü bulfum, çok hoşuma gitti, paylaşmak istedim. Savaşan bir insanın galibiyet tanımı. Çok güzel. Sonrada İmran Öktem'in Adli Yıl açılış konuşmasını buldum. 40 yıldır aydınlanma mücadelesinde bir adım ilerledik mi? sorusunu sorarken kendime İsmet Paşanın sözü daha bir anlam kazandı. Şeh Bedrettinlerden, Pir Sultanlarda, 31 Martlardan bu yana Anadoluda süren bu savaşın bir galibi olacak mı?