Pazar, Aralık 19, 2010

Ankara üzerine

Bir süredir iyice sıtkım sıyrıldı. Gün geçtikçe trafikte daha sinirli bir insan haline geliyorum. Her sıkıldığımızda kendimizi Tunalı'da yürüken buluyoruz. Tek avuntumuz D&R'a uğrayıp kitap almak, Lins'de bir kahve içmek veya Tapas'da birşeyler yemek. Ankara'da yıllar geçiyor veya yıllar geçmiyor. Geçmiyor yıllar, hayat ilerlemiyor, ilerleme yok! İlerleme yasak! Alışveriş merkezleri ilerliyor. Alıyoruz, veriyoruz. Alıp vermeyenler de orada. Neden! Neden güzelleşmiyor kent? Yaşanır hale gelmiyor. Akılla aramız açılıyor. Kurallara küskünüz. Küskünlük yetmez hatta kılız. Kuralsız yaşanıyor Ankara'da. Çok kandırıyorum kendimi metropol hayatı bu, başka türlü olmaz diye. Metropolde bir fotograf müzesi yok. Canlı Caz dinlemek gavur icadı. Festival yerine Büyükşehir'in konserleri var. Geçen gün az kalsın Büyük Ankara Sirkine (o da ne ise) gidiyorduk. Yuh! Şamil ile sohbet ederken bir türlü güzel bir semtini bulamadık Ankara'nın. Ehven-i şer Çiğdem, GOP ve Oran'a karar kıldık. Dün Rabiş tam Eskişehir'e girerken buraya taşınsak nerede otururuz diye sordu. O kadar güzel yerler vardı ki seçemedim. Bugün geri yola çıktık Eskişehir'den. İnanmazsınız trafik ışıklarında "yeşil dalga" vardı. Ankara'da zatıaililerini gören oldu mu? Dün akşam dışarı yürüyüşe çıktık. İşçi Filmleri Festivali bitiyormuş, tam ona üzülürken, Palto Film Festivali başladığını öğrendim. Haftaya Züleyha Gişe Memur filmini yönetmeni ve oyuncuları ile izleyeceğinden bahsetti, kıskanmadım. Ama festival filmlerine evden yürürlerse onbeş dakikada, tramvay ile on dakika gittiklerinden bahsedince, iki damla göz yaşı aktı gözümden. Sonra mı ne oldu? Askelik zamanımda aşina olduğum(uz Arda'ya selamlar) Şengöz baklavacısına gidip yarım kilo sütlü nuriye aldım. Ağzımın sulandığı gören usta hemen bir taneyi peçeteye koyup uzattı. Sonra taşbaşı çarşısında tanıdık bir kuyumcuya uğradık. Ankara'da hiç esnaf tanımadığımı düşündüm. Daha geçenlerde Levent Hocanın Meslekte 40 Yıl isimli fotograf albümüne bakıyordum. Eskişehir'de kırk yıldır aynı işi yapan esnafların fotografları vardı. Büyük şehir burası, herkes parayı kapmak, köşeyi dönmek, tuttuğunu öpmek peşinde. Eskiden memur kentiymiş Ankara. Rivayet bu ya, aldığı ile karnı doyan memur, okurmuş, dinlermiş, seyredermiş. Merhumdan sonra yaklaşık 30 senedir bu memleketin memuru da işini biliyor. Ankara'nın memuru da okumak da neymiş en kralından okuyanı öpüyor. Devir iktisat devri. Ankara ise en duygusal şehir. Zatıalileri ile geçen 15 senenin ardından artık ne düzelir ki? Kızılay'ın göbeğinde bu onbeş senenin anıtı var. Kızılay binası. İçimde de o bina kadar bir sıkıntı var bu şehir ile ilgili. Güzel insanlar ile çalışmak için, güzel insanlardan öğrenip, güzel insanlara öğretmek bu rezilliği çekiyoruz. Yalan mı?