Cuma, Ekim 29, 2010

Pixar Shorts

Ne vakittir sohbetini yapıp duruyorduk Pixar'ın kısa filimlerinin (http://www.pixar.com/shorts/index.html). Ben de indireli bir vakit olmuştu. Dün gece sıraya koyup hepsini bir solukta izledim. Sabah da Rabişle bir defa daha izledim. En çok hangisini sevdiğimi düşünüp durdum. Sonunda Boundin' filmini ilk sıraya koymaya karar vedim. 2. sıraya One Mand Band ve 3. sıraya da  Geri's Game filmlerini yerleştirdim. Sonra da oturup Pixar'ın tarihini anlatan bir belgesel seyrettim. Özendim, ağzımın suyu aktı. Ben de 10-15 kişilik bir animasyon stüdyosunda çalışmak istedim. Kabiliyetleri hali hazırdaki cep telefonlarının 100'de biri olan tır kasası büyüklüğündeki bilgisayarlarda dünyadaki ilk animasyon kısa filmleri yapıyor olmanın nasıl bir şey olacağını hayal ettim. Şanslı adamlarmış vessalam diye bir sonuca vardım. Siz ne dersiniz? 

Perşembe, Ekim 28, 2010

Fotograf Notları

Geniş Açı dergisinin yayın hayatına son vermesinden sonra süreli fotograf yayınları dünyamız hep eksik. Ya da ben bir türlü başka bir dergiyi Geniş Açı'nın yerine koyamıyorum.  Bugün 28 Ekim öğleden sonrasının tatil olmasını fırsat bilerek Rabiş ile Kızılay'da yürüyüşe çıktık. Yolumuz Turhan Kitapevine de uğradı. Mülkiyelilerde oturmadan önce iki dergi alalım diye dergi standını bir baştan bir başa kat ederken, Fotograf Notları dergisini fark ettim. Yahu bu da nereden çıktı, yeni mi çıkmaya başladı ki? derken kaptım bir tane. Galata Fografhanesi Fotograf Atölyesi tarafından çıkarılıyormuş. Çok sıkı bir "Foto Röportaj Dergisi" olmuş. Benim aldığım 4. sayıymış. Fatih itfayesinden, Tuzla'daki tersanelere, 112 servisinden, Haydarpaşa-Gebze hattına çok güzel dosyalar hazırlamışlar. Saman kağıda basılan dergi Anti-İz (İz dergisinin karşıtı) bir sunum kullanmış. Fotograf dünyamızın bir eksiğini doldurmuşlar. İz dergisinde "güzel" olan fotograflar, Fotograf Notları'nda "sosyal sorumlu". Böyle sağlam bir işin arkasında gözlerim Özcan Yurdalan ismini aradı, çok vakit kaybetmeden de buldu. Özcan Hocanın ve emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Hemen abone oldum. Dahası ilk sayılarını da istedim. Meraklılarına tavsiye ederim.

Pazartesi, Ekim 04, 2010

Selim Amcanın Sofra Salonu

Sofra salonu ne kadar kadim bir isim tamlaması değil mi? Benim de aklıma ilk gelen mütevazı bir kebapçı salonu fakat hal böyle değil. Kaburgacı Selim Amca ismini ilk defa Çukurambar'da bir şube açtıklarında duydum. Bunun da üstünden iki sene olmasa da bir seneden fazla geçti. Gel zaman git zaman, hep aklımda olmasına rağmen, bir türlü gidemedik. Altı ay önce miydi, Fatih ile Diyarbakır'a gittiğimizde, Selim Amcanın asıl dükkanına uğramak da ulvi amaçlarımız arasındaydı. Fakat Diyarbakır'lılar da orası değil ama siz şuraya gidin diye hep beraber fikir birliğine varınca emelimize ulaşamadan geri gelmiştik. Bugün karnımız aç, Çukurambar'da trafiğe sıkışmış bir şekilde nereye gitsek diye düşünürken aklımıza geldi. Arabayı parkedip daldık restorana. Ortam biraz ağır. Her taraf ağır abi. Tek abla Rabia. Nezih, yanlış olmasın. Ablalar genelde ete düşkün değil herhalde. Alkol alan da yok. Çukurambar mevsiminde rakı ağır geliyor zahar, yorumları yaparak ısmarladığımız saç kavurmayı bekliyoruz. Derken masaya içli köfteler, patlıcan dolmaları, salatalar, ezmeler, soğuk çorbalar, sıcak lavaş ve lezzetli mi lezzetli bir et geliyor. Kaburgaya cesaret edemedik. Malum ağır. Yazının son dört satırının ana fikri "ağır". Ayranı bakırdan içtik, eti saçtan yedik. Hem lezzetten, hem ihtimamdan, hem de fiyattan memnun kaldık. Ağır bir akşam yemeği için ağır ağır gidilebilir. Ağırlığınızca ağırlanır memnun da kalırsınız. Tavsiye ederiz.

Pazar, Ekim 03, 2010

Picasso'nun izinde

Eski emektar Focusumuz 180bini devirince, eh dedik artık zamanı geldi yeni bir araba almanın. Bir çok modele baktık. En ekonomik olanı, en süper olanı, en güzel olanı, dizel olanı, benzinli olanı, çok satanı, az satanı, pahalısı, ucuzu, Japonu, Avrupalısı. Bu süreçte şu karara vardım. Tek seçeneğe inmek ve bunun kesinlikle en doğrusu olduğuna karar vermek nerdeyse imkansız. Biz de, bizi en çok mutlu edenin tasarım olduğuna karar verip tasarımın peşine düştük. Picasso'nun izini takip edip Citroen'e yollandık. C3 Picasso, namı diğer Spacebox'ı çok beğendik. Hala başka arabalar bakmıyor muyum? Bakıyorum tabi. Daha biraz önce yolda bir SX4 görüp, yoksa Suzuki mi diye sordum kendime ama, dönüp arabama baktığımda tasarımı beni daha mutlu edecek bir araç (bu ekonomik bütçe ile tabi ki) göremiyorum. Bu kararımda Ada'nın saygın araba programı Top Gear'ın C3 Picasso'ya 20 üzerinden 16 vermesinin de önemli bir etkisi oldu. İşi benim görmediklerimi görmek olanlar aracı beğenmişlerdi. 500km'yi geçtik, her gördüğümüzde iyi almışız diyoruz. Citroen mi, kesin hemen bozulur, aldın ya satamazsın diyenler dışında hayatımızdan çok memnunuz.