Cumartesi, Aralık 31, 2005

Mutlu seneler :)

Müze gezisi ...


Yılbaşı öncesi babam ile müze gezmesine çıktık. Önce eve en yakın olandan başladık. ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi yeni binasına gittik. Çok güzel bir müze olacak. Olacak diyorum çünkü hala hummalı bir çalışma sürmekte gibi gözüküyor. Daktilolardan, fotorgraf makinalarına, eski bilgisayarlardan agrandizörlere kadar bir çok ilginç parça sergleniyor. Yapı da cok güzel olmuş. emeği geçenlerin ellerine sağlık.
İkinci durağımız Çengelhan Rahmi Koç Müzesi oldu. Çengelhan oyuncaklar ile dolu. Özellikle oyuncak trenlerin her çeşidi var. Çeşit çeşit lokomotifler, vagonlar, istasyonlar. İnsan ayrılamıyor başlarından. Oyuncak meraklılarına tavsiye olunur.

Son durağımız da Resim Heykel Müzesi idi. Müze tadilat nedeni ile kapalı idi. Müzenin kendi kolleksiyonunu görme şansımız olmadı fakat 66. Devlet Resim ve Heykel Sergisi vardı. Sergide geniş bir resim ve heykel kolleksiyonu sergilenmekte. Hepsi birbirinden güzel çağdaş sanat örnekleri. Zamanınız olursa gezmenizi öneririm. Sergi Ocak ayının 20'sine kadar açık. Özellikle alt katta sergilenmekte olan özgün baskı örnekleri beni çok etkiledi. Ağşap, metal, sayısal baskının bir çok başarılı örneği sunulmakta. Çağdaş sanatın bu güzel yapıtlarının segilendiği bu sergiyi, Resim Heykel Müzesi diğer adı ile eski Türk Ocağı gibi cumhuriyet tarihinin önemli binalarından birinin içinde gezmekten büyük bir keyif aldım.

Bu gezide Ankara'dan ve Ankara'da yaşamaktan gene büyük mutluluk duydum.

Perşembe, Aralık 29, 2005

Mantık dışı bir yaratık!


Alper Fidaner Tenedos'ta bir aydır her perşembe fantastik Türk filmleri gösteriyor. Bu hafta Turist Ömer Uzay Yolunda'yı gösterecekti. Hazır da işim yokken (gelişme raporu bitti ya sanırsın doktorayı bitirdim, öyle bir havalardayım ki sormayın), gittim seyrettim. Şahane. Gene yarıla yarıla güldük. Adamlar öncelikli olarak kompiter mevzunu çözmüşler. Gemideki kompiter, gezegendeki kompiter aynı mimariye sahip. Özellikle ayar kollarının uçlarına dikkat ederseniz, teknolojinin tabi ki o zaman ulaştığı son nokta olan bidon kapağı malzemesinden yararlanılmış. Ayrıca o zamanla daha monütör icad olmadığı için literatürde Electronic Data Display (EDD) diyi biline teknolojinin de orijini aydıger kağıdın arkasından yakılan ampülmüş. Bir de tabi ışın tabancaları ve ışınlanma sahneleri var. Kompiterler o zaman sadece sorulan sorulara cevap verebilmekteler. Öyle kompiter kullanrak animasyon, filme müdahale yapılamadığı için, kurguda yönetmen abim bir fiil filmi kazıtmak vasıtası ile bu efekleri oluşturmuş. Ben film başladığında etrafımdakilere takılıyordum, bu otomatik açılan kapıları arkadan adamlar açıyordur diye, fakat o kadar ile kalsa iyi, kapı açılma sesi olan fııııışşşşşşşttttt sesini de insan çıkarıyormuş.

Hepsini çok seviyoruz, tüm fantastik Türk filmlerini. Canaravarlarını, kompiterlerini, robotlarinı, profesörlerini, şeytanlarını, varmpirlerini hepsini ayrı ayrı :)


Sparkettin olum şurdan iki çay söle bize hadi koçum benim..


Çarşamba, Aralık 28, 2005

Bir sömesterin daha sonuna geldik :)

Evet, bir sömesterin daha sonuna geldik. Yukarıda da görüldüğü gibi gelişme raporum hazır. Gene hummalı bir son 2 ay geçirdim. Her tez izleme dönemi gibi bunda da hafif hafif başlayan çalışmalar uykusuz geceler ile sonlandı.
Zannımca güzel bitti, ilerlediğimi hissediyorum tezde. Darısı gelecek dönemlere.
Sırada ne var. Rapor bastırılacak, hocalar dağıtılacak, sunum hazırlanacak ve gelişmeler tez izleme komitesine anlatılacak.
Yorgun hissediyorum kendimi. Hem de çok. Bayram tatilini iple çekiyorum.

Cumartesi, Aralık 24, 2005

Beliz'in Fotografları

Beliz'in fotograflarını nicedir takip ediyorum. Çektikçe yolluyordu. Şimdi bir bloga koymuş. Hatun pek başarılı. Tavsiye olurur.

Media Player diyor ki...



Ne zamandır aklımda, yazmak niyetindeydim. Hiç WMP'ın sizin için hazırladığı playlistleri incelediniz mi? Bir kaç tanesi benim çok ilgimi çekti. Haftasonları dinlediklerim, hafta içi dinlediklerim ve hafta içi dinlediklerim gibi. Evde çoğunlukla Media Player üzerinden müzik dinlediğimi düşünürsek, acaba bu listelerde benim çok da bilinçli olarak yapmadığım tercihleri çıkarabilir miyim? Bir nevi müzik zevkim hakkında veri madenciliği.

Bir bakalım neler dinliyormuşum.

Haftasonları

  • Audrey Hepburn - Moon River
  • Tolga Çandar - Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler
  • Hale Gür - Zeybek
  • Woody Allen - Everyone says i love you
  • Charles Aznavour - Ca Passe
  • Madeleine Peyroux - Dance Me to the End of Love
  • Burdur Türküleri - Feracemi Al Isterim

Hafta İçi

  • İdil Üner - Güneşim
  • Norah Jones - Sunrise
  • Tülay German - Tombalacik Halimem
  • Zuhal Olcay - Ayrılıkta Sevdaya Dahildir
  • Dave Brubeck - Take Five
  • Denizli Türküleri - Ag Elime Mor Kinalar Yaktilar
  • Brenna McCrimmon - Saniyem

Geceleri

  • İdil Üner - Güneşim
  • Norah Jones - Above Ground
  • Tülay German - Tombalacik Halimem
  • Woody Allen - Everyone says i love you
  • Tolga Çandar - Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler
  • Tolga Çandar-Kimseye Etmem Şikayet

Şimdi sıra daha akıllı sonuçlar elde edebileceğim soruları nasıl sorarımın cevabını bulmakta. Mesala saat bazında en çok dinlediklerim. Son bir yıl, bir ay, bir hafta top 10 listeleri. Genre bazında en çok dinlediklerim. Her hangi bir adamın en çok hangi şarkısını dinliyorum sorularını nasıl sorabilirm media player'a.

Cuma, Aralık 16, 2005

what a wonderful world :) ve gün güzel başlar ...

i see skies of blue and clouds of white
the bright blessed day the dark sacred night
and i think to myself what a wonderful world

Pazartesi, Aralık 12, 2005

Müzik Zenginliğimiz

Bu gün ODTÜ Klasik Türk Müziği Topluluğu'un Ritm Atölyesine katıldım. Nasıl bir mutlulukmuş birlikte müzik yapmak unutmuşum. 25 kişi gibi oldukça yoğun bir katılım vardı. Bendir, kudüm, darbuka, def, çember, udu her türlüsü vardı vurmalının. TRT'den bir Ritm Sanatçısı yürüttü atölyeyi. Türk müziğindeki temel ritmleri tanıttı. Hepsini çaldık. Bu arada topluluk üyelerinde birkaç kişi de ud çalarak, şarkıları söyleyerek renklendirdiler ortamı. Dört ayrı 9/8'lik çaldık. Hepsi aşinaydı kulaklarıma, hepsini ayrı ayrı çalıyordum belki ama isimleri ve kuralları ile çalmak pek mutlu etti. O an aslında çocukluğumdan beri darbukamla çaldığım bir sürü ritmin temelini öğrenmenin ne kadar güzel olacağını düşündüm. Temel çalışmalar yapmak, elini kulağını terbiye etmek, displine sokmak lazım diye düşünüyordum ki bahar döneminde bir eğitimden söz ettiler. Türk müziğinde ritm eğitimi. Bir dönem boyunca sürecek. Umuyorum zamanı uygun olur ve katılabilirim. Evet müzik zenginliğimiz. Dinlemek ayrı, yapmak ayrı mutlu ediyor insanı.

Pazar, Aralık 11, 2005

Cumhuriyet ve Hasan Cemal üstüne düşünceler

Üçüncü kuşak Cumhuriyet okuruyum. Gazete benim için bir duruş, dünyaya bakışının ötesinde bir gelenek, bir miras. Ben bir cumhuriyet çocuğu olan berber dedem gibi bakmıyorum dünyaya. Onun kadar sahip çıkmıyorum cumhuriyete. Onun algıladığı, hissettiği, desteklediği gibi bir devletçilik, milliyetçilik, halkçılık bakış açım yok. İkinci kuşak olan babam, annem, dayım, teyzem ve eniştem gibi 70li yılları yaşamdım. Güzel ve güneşli günlere olan inanca vakfedilmiş bir gençliğim olmadı. Haktan, emekten, barıştan ve dayanışmadan yana olan duruşumu cumhuriyetin gazatesi Cumhuriyet ile özdeşleştirmedim. Ama ilk gençlik günlerimden itibaren gazete benim de kimliğimin parçası oldu. Önceleri 2. ve 3. sayfadan İlhan Selçuk, Oktay Akbal ve Uğur Mumcu okumayı öğrendim. İlhan Selçuk dedemin bektaşi hikayeleri anlatan akranı gibiyidi. Hala da öyle hissederim. Duruşunu hep yaşına veririm. Oktay Akbal ise emekli öğretmen hissi uyandırırdı bende. Uğur Mumcu ise hep birşeylerin peşinde, öfkeli, hırslı, çalışkan.

Sonra Hasan Cemal olayları yaşandı. Çok algılayamadım neler olduğunu. Ama sevdiğim yazarlar gazeteden ayrıldı. Bizimkiler gazeteyi almayı bıraktılar. Sonra gene birşeyler oldu ve yazarlar geri döndü. Bu sefer de duygusal okuyucu kitlesi bir değil iki gazate almaya başladı, gazeteyi kurtarma, sahip çıkma arzusu ile. Nedense onu da çok anlamamıştım. İki gazete alınca nasıl oluyordu da kurtuluyordu gazete. Yıllar geçti, Uğur Mumcu'yu kaybettik. Sonra Kışlalı'yı. Derken ben gazatede başka başka yazarları keşfettim. Babamın silah arkadaşı diye isimlendirdiğim Aydın Engin Amca. Hep sivri dilli idi. Hep ilerici, devrimci, değişim yanlısı. Tutuculuğun karşısında. Çok etkisi olmuştur duruşumda. Sonra Hikmet Çetinkaya. Yok, yok, Fettullah Gülen üstüne yazdıkları ile değil, Pazar günleri yayımlanan yazıları ile. Bana öğrettiği şairler, şiirler ile severim kendisini. Ali Sirmen sonra. "Sevgili" diye başlayan yazıları hep bana çok içten, çok güzel gelmiştir.

Gazete, beni verdiği haberler ile değil hep köşe yazıları ile kendine bağlamıştır. Hep gazetecilik, habercilik yönünü zayıf bulmuşumdur Cumhuriyet'in. Zaman içinde Radikal'de o eksikliği tamamladı. Son dört beş senedir de gazetecinin önünde durup düşünürken buluyorum kendimi Radikal mi alsam Cumhuriyet mi diye. Bazen birini bazen diğerini bazen ikisini birlikte alıyorum artık.

Geçmiş senelerde yayımlanan tam sayfa Genç Parti ilanları çok üzdü beni. O zamanlara rastlayan bir zamanda Aydın Engin ayrıldı gazeteden. Evet aslında, samimiyetle ben de artık biraz tutucu buluyordum gazeteyi. Kemalist çizgide bir tutuculuk hissediliyor köşelerde artık. Rahatsız olduğum, kızdığım zamanlar oluyor. Zaman zaman küsüyorum gazeteme. 10-15 gün almıyorum. Ama hala Cumhuriyet'in geleneğine, gücüne ve devinebileceğine inanıyorum. Nasıl 2. Dünya Savaşı sırasında, şu günlerde hiç bir Cumhuriyet okurunun onaylayamayacağı bir çizgiden, Yaşar Kemal'li zamanlara gelinmiş ise geleneğin güzeli yaratacağından eminim.

Tam da bir çok okurun kafasının benim gibi karışık olduğuna inandığım bu günlerde Hasan Cemal'in "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" kitabı yayınlandı. Doğan gurubu gazetelerinde okuduğumuz alıntılar kitabın önemli kısmını gözler önüne seriyor. Kitapta anlatılanların doğru veya yanlış olmasından öte beni ilk rahatsız eden Cemal'in söyleyiş biçimi ve anlattıkları oldu.

Kimin kimin arkasından ne dediğinin yazılması çok çirkin. Yalçın Doğan'ın Oktay Akbal mı ben mi sorusunun okur için anlamı nedir? O bunun arkasından bunu demiş, bu bunun arkasından şunu anlatımı hepimizin iş yerlerinde yaşadığı gündelik durumlar değil mi? Cumhuriyet'i gazete olmaktan çıkarıp iş yeri kimliği ile değerlendirir, yazarları da birer çalışan olarak ele alırsanız, gazetede dönen dolaplar her iş yerinde dönenlerden farklı olmaz. Sadece aktörleri hepimizin tanıdığı bildiği simalar olur.

Saldırı biçimi de ilginç Cemal'in. İlhan Selçuk gazeteyi askere sattı. Ne demek ki bu? Veya dedem yaşındaki adama, senin aydınlanman faşizimdir, senin Kemalizm'in faşizimdir, senin milliyetçiliğin faşizimdir, demek ne demek. Evet yaşı ilerlemiş Kemalistler biraz tutucu oluyorlar. Özellikle cumhuriyetin kazanımları konusunda. Evet askere biz yeni nesile göre daha yakın oluyorlar. Sahip çıktıkları kazanımların çoğunun sivil insiyatif değil askeri insiyatifin ürünü olduğu gerçeğini hangimiz yadsıyabilir. Üzücü olan gazetede İlhan Selcuk, Mümtaz Soysal çizgisinin olması değil. Ki o cizgi bizim gelceğe taşıyacağımız kökümüzdür. Üzücü olan, Radikal İki'de sosyal demokrasi, ekonomi, sanat üsütüne yazan bir çok pırlantanın gazeteye kazanılmaması değil mi? Yani gazeteyi evirecek gücü görememek üzmüyor mu sizi?

Gülsiye

Kadınlar hapishanesinde Gülsiye
Bir omuzdan bir omuza saçları
Bir omuzdan bir omuza suçları
Ne sorgusu biter
Ne gözyaşları

Hikmet Çetinkaya'nın bu günkü yazısından alıntı. Arif Karakoç'dan bir şiir ...

Cumartesi Günüm - 0:36 AM (Pazar)

Ve cumartesi biter. Film seyretmedik. Şarap içtik sadece. Evet, geriye dönüp bugün yaptıklarıma baktığımda, sandığım ve sıkıldığım kadar da değilmiş zannedersem. Hiç yoktan bir araba aldık ve geceyi keyif yaparak bitirdim. :). Şimdi uyku zamanı.

Cumartesi, Aralık 10, 2005

Cumartesi Günüm - 9:44 PM

Bu kadar çalışmak yeter. Pelin'e gidip şarap içip film seyredeceğim.
Evet, kış akşamı, yazmıştım, Aralık ayı. Daha eğlenceli bir şey yok yapılabilecek. :)

Cumartesi Günüm - 7:12 PM

Emrah'a araba aldık. En sonunda değiştircem diye diye değiştirdi. Ve sonunda masamdayım. Yeniden çalışmaya başlar Umut.

Cumartesi Günüm - 4:20 PM

Ohhh, karnım doydu. Emrah geldi. Emrah'a araba almaya gidiyoruz.

Cumartesi Günüm - 3:59 PM

Çok acıktım çoook. Yemek zamanı. Çalışmaya ara verelim. :)

Cumartesi Günüm - 9:45 AM


Pek bir sıkıcı bu günler. İlla ki sürekli gezelim, eğlenelim değil ama Aralık ayları, hem kış olması ve gün ışığının kendisini bizden sakınması, hem de Tez izleme Görüşmesi hazırlıklarım nedeni ile hep çok tekdüze, az yaşanan, hiç yaşanmayan gibi geliyor bana. Bu sıkıcı Aralık'da bir Cumartesi'yi nasıl yaşayacağım görelim bakalım.



8:15 AM Uyan
Yatak keyfi, yarı uyur yarı yanıklık. Bu vumartesi nasıl geçese planları.
8:45 AM Yaktaktan çık
Yatağı düzelt, evi havalandır, ortalığı toplan sonra banyo faslı
9:15 AM Kahvaltı
Çay demle, yengen hazırla, internetin başında Radikal, Sözlük vs. okuyarak kahvaltı, sonra çay ve bir çay daha
9:45 AM Blog
Evet, evet, şimdi yaptığım şey bu.
9:53 AM Çalışmaya başlıyorum
Design and Development of a Reusable Trajectory Simulation Suite, tezim yani

Çarşamba, Aralık 07, 2005

Sarı Çiçek Sarardıyı Dağları veya Bir Malatya Türküsü


Sarı Çiçek Sarardıyı Dağları

Kırmızı Gül Bezerdiyi Bağları

İkimizin Gün Görecek Çağları

Ölenecek Bana Bir Dert Eyleme

Ben Seni Severim Sen De Seversen

Kör Olasın El Sözüne Uyarsan

Diyar-ı Gurbete Gider Kalırsan

Ölenecek Bana Bir Dert Eyleme


Dinlemek isteyenlere Figen Genç'in Nazende Sevgilim albümünü tavsiye ederim. Albüm tükenmiş ama insaların elinde kopyaları, mp3'leri var. Albüm tümüyle muhteşem ama bu türkü bambaşka güzel yorumlanmış. İnsan dinledikçe büyüsüne kapılıyor, dinledikçe daha bir çok seviyor türküyü.

Yanlış anımsamıyorsam türküyü Arif Sağ'dan da dinlemiştim fakat bir daha aradım bulamadım. Farklı yorumlarını bilenler paylaşırlarsa çok mutlu olurum.

Cuma, Aralık 02, 2005

Mutfak çekmecelerinden internete

Rahmi'nin sitesine bakarken farkettim geçen gün, içinde yemek tarifleri olan bloglar. Önce, "Ha güzel olmuş" diyip pek önemsemedim. Sonradan sonradan gezindikçe linklerde farkettim ki bunlar bir deil beş deil. İlginci, sadece türkçe olan sitelerden bahsediyorum. Aşağıda bu sitelerden biri olan Sibel'in Kahvesinden aldığım yemek tarifi bloglarının listesi var. Ne mutlu ki artık mutfak çekmecelerinde küçük bloknotlardaki yemek tarifleri artık internette.
Bengisu'nun Mutfağı Benim Küçük Mutfağım Bereketli Olsun Binnur'dan Türk Yemekleri Bir Tutam Baharat Bizim Pastane Burcukuşu Cimcime Çilek Suyu Damla'nın Günlüğü Derya'nınGüncesi Dilek'ce Diyet Yemekler Elçin'in Mutfağı Estelle & Sarah Ev Cini Ev Perisi Gelincikler Hanife Hayatın Tadı Hülya Yılmaz La Cocina de Nilay Lezzetin İzinde Marifet Teyze Mekanımız Mutfak Mor Çilek Mutfaktakiler Mutfakta Zen Obur Kedi Özgül'ün Sofrası Pastacı Paylaşılan Tatlar Peynir Gemisi Pınar's Blog Portakal Ağacı Semaver Sonsuz Nimet Tarçın'ın Mutfağı Tea Time Tuhfe'nin Sayfası Yemek Cini Yemek Günlüğüm Yemek Keyfi Yemek ve Biz Yemek Zevki Yeşim'in Mutfağı Yogurt Land Zeytin Ağacı Zeytin Dalı

iki lafın belini kırmak! veya Didem'in blogu

iki lafın belini kırmak!

Blog işine bir arkaşımız daha heveslendi. Ne mutlu. Hoş geldin blog dünyasına Didem.

Perşembe, Aralık 01, 2005

Umut'un Günlüğü

Evet, Umut'un Günlüğü'nü ana sayfam yaptım. http://umut.durakailesi.com adresinden artık blog'uma ulaşabileceksiniz.

Ağlayan Çocuk


Şamil veresiye satan - peşin satan'ı bloguna koyunca bana da çocukluk günlerimizin hüzün timsali ağlayan çocuğu koymak düştü.
Resim hakkında kısa bilgi;
ressamı bragolin olarak tanınan bruno amadio'dur. 1985'de yanan bir evden tek kurtulan şey bu tablo olur. hakkında pek yeterli bilgi bulunmayan bu tablo, "cry boy", "the crying boy" ya da "die weinenden jungen" olarak bilinir.

Pazartesi, Kasım 28, 2005

Babam ve Oğlum

Yarım saat oldu filmden çıkalı. Eve doğru araba kullanırken nasıl yazsam film hakkında diye düşünüyordum. Elim gitmedi, önce bir Sözlük'ten okuyayım insanları dedim. Karar verdim. Ben anlatmayacağım filmi hissettiklerimi. Benim gibi hissedenlerin Sözlük'e yazdıklarını sunacağım.

nefis bir film. izlerken sarsılıyorsunuz ama sessizce; hıçkırma sarsıntısı mı, yoksa gülmenin verdiği bir sarsılmamı, işte bunlar iç içe geçiyor.

karakter çözümlemeleri o kadar doğal, acele etmeden ve yarım bırakılmadan yapılmış ki, film bittiği zaman acaba şimdi ne olacak diye sormaktan çok, egenin o köyündeki bu insanların gerçekliğini sorgulamaya başlıyorsunuz. ailenin iç dinamikleri senaryoda güzel yazıldığı gibi, çok güzel oyunculuklarla süslenmiş. zaten oyuncu kadrosundaki bazı isimler üzerine bahsetmeye bile gerek yok. filmin çekildiği yerler ege'nin ruhunu çok güzel yansıtıyor.

basit, sade ve belki de sıradan bir öykünün inanılmaz bir kurgu, anlatım ve oyunculukla insanın duygularına saldırdığı, türk sinemasının klasikleri arasında yerini alacağından emin olduğum film. filmdeki duygu akışını, kaynar sudan çıkıp buz gibi sulara girmek ve bu hareketi sürekli tekrarlamak olarak özetleyebiliriz.

benim de sana diyeceğim şeyle vaa. ben konuşmayı bilemem; sen benim oğlumsun canımdan öte cansın. bu gader diycem, gerisini sen anlayıve gaari...

öğreten, hatırlatan, bir de buradan bak dedirten film. anladık ki ''anne olmaya hazırlanırken alınan derin nefeslerin iç acıtışıyla başlayan ürpeti, dedenin torununa sarılması sırasında gözlerden damlarmış, sonrası kelimeye dökülemez, onca insanın içinde hıçkırıklarını tutarak yaşanırmış... ''. oyuncu karakterine ancak bu kadar hayat verebilir sanırım. ''hüseyiiiiiiiin'' en fazla bu kadar güldürerek hüznü bir kenara itebilir. bir de görüyoruz ki her hadiseyi omuzuna ilk alan yine kadın. toparlayan, çekip çeviren... yüreğinden damlayan yaşı gözünde tutan ama yüzü gülen. emeği olanlara ne mutlu...

sevdiğim insanları, kaybettiğim insanları, kaybetmekten korktuğum insanları düşündüren, düşündürdükçe ağlatan film.

anne ben geldim, üstüm başım

uzak yolların tozlarıyla perişan

çoktan paralandı ördüğün kazak

üzerinde yeşil nakışlar olan

anne ben geldim, yoruldum artık

her yolağzında kendime rastlamaktan

hep acılı, sarhoş ve sarsak

şiirler çırpıştıran bi adam

kurumuş kuyunun suyu,

incirin sütü çoktan çekilmiş

bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi

ayrık otları, dikenler bürümüş

kapıdaki çıngırak kararmış nemden

atnalı ve sarmısak duruyor ama

oğlum, mektup yaz diyen

sesin hala kulaklarımda

anne ben geldim, ağdaki balık

bardaktaki su kadar umarsızım

dizlerin duruyor mu başımı koyacak?

anne ben geldim, oğlun, hayırsızın

Perşembe, Kasım 24, 2005

Herkes Seni Seviyorum Der

En çok filmin sonunu sevdim. Eski karısı ile Pariste nehir kıyısındaki dans sahnesi. Film dünyanın güzel şehirlerine yapılan bir güzelleme gibiydi. New York zaten Woody Allen'ın tapınağı, onu anladık. Bu sefer kafileye Paris ve Venedik'de katılmış. Bol bol Central Park görüntüleri arasında dört mevsim NYC sunuyor Woody Allen. Paris'ten çatı katı görüntüleri, Venedik'in ara sokakları ile tam bir görsel şölen. Gene durmamak gezmek lazım, dünyada görülecek çok güzel yer var duygusunu yaşadım yoğun olarak.
Herkes Seni Sevşyorum Der bir Annie Hall veya Manhattan değil. Öyle bir derdi de olmamış zaten. Film boyunca aşklar, ilişkiler ve hayat hakkında büyük laflar söylenmiyor. Müzikal olmasının verdiği güçle eğlencenin dozu hep yüksek. Evin küçük kızlarından birini oynayan Nattalie Portman'ın (daha o zamanlar 14'ünde) ağlarken bile benim aşkla işim bitti diye şarkı söylemesi insanı pek eğlendirmekte. Merak ettiğim başka bir husus ise nişan yüzüğü alma sahnesinde Edward Norton My Baby Just Cares for Me söylerken, kariyerindeki en matrak sahnesininde oynadığının farkında mıydı?

Salı, Kasım 22, 2005

yalnız, yaşayacaksın; yalnız yaşayacaksın...

yaşamda kimse paylaşmayacak -paylaşamayacak-
senin tutkularını: onları, hep, yaşayıp yaşayıp,
unutacaksın.

yalnız, yaşayacaksın; yalnız yaşayacaksın...

oruç aruoba

Pazartesi, Kasım 21, 2005

Gevende

4. Ankara Uluslararası Caz Festivalinde bu gece güzel bir konser vardı. Evet, saat 6'daki Gevende konserinden bahsediyorum. Gevende bir Eskişehir grubu. Yaptıkları müziği psychedelik folk olarak tanımlıyorlar. Tür tanımları üzerinde tartışmak değil niyetim. Türü ne diye isimlendirirlerse isimlendirsinler, çok dinlemiş, çok düşünmüş, emek harcamış ve güzeli yaratmışlar. Müziklerinde balkan müziklerinden, klezmerden, İran ezgilerinden, Anadoludan bir çok tını var. Konserde Bregovic, Farjad, Feidman, Bratch cümleleri hemen yakalanıyordu. Vokal tamamen scat formundaydı. Özellikle bas ve davul müziğin dinamizmini belirliyorlardı. Güçlü bir gitarın eksikliği hissedilse de etkin bir keman boşluğu dolduruyordu. Trompet ise müziğin rengini değiştiriveriyordu. Eğlenceli müzikler yapıyor grup. Bir saat süren konser sonunda müziğin tadı damağımızda kaldı.

Eve gelir gelmez bir web siteleri var mı diye baktım. Var. http://www.gevende.com/ .Siteden 3 şarkılarının mp3'ü indirilebiliyor. Bir de klipleri var "Nem" isimli. Tavsiye olunur.

Pazar, Kasım 13, 2005

Arabamı Satıyorum!



Evet, arabamı satıyorum. 2000 Model Ford Fiesta Flair, klimalı, az yakar, problem çıkarmaz, vardır ufak tefek boyanan ve değişen yerleri, bunları çok kendine dert etmez. Biz niye mi ayırıyoruz yollarımızı, ben Ford'un optimum araba felsefesinden, Alfa-Romeo'nun fetiş araba felsefesine geçiş yapmak istiyorum çünkü. Neyse, sahibinden.com, mynet.com, gittigidiyor.com, arabam.com, Hürriyet ve Sabah gazetelerine ilan verdim. Bakalım araç satışı işini becerebilecek miyim?

Cuma, Kasım 11, 2005

Lars von Trier ve Sevin Okyay


Bu yazının başlığında Lars von Trier olması sadece Manderlay ile ilgili olan yazımla ilgili. Bu filmi seyretmeden bir ay kadar önce COGİTO 'nun dördüncü sayısını aldım. Bu sayının başlığı "AŞK"tı. Degide en ilgimi çeken yazı Sevin Okyay'ınki oldu. Yazının ilk cümlesi diyordu ki, dünyada sağlıklı tek bir ilişki vardır: Köle-Efendi ilişkisi. Tam Sevin Okyay'ın bu cümlesi kafamı kurcalarken seyrettim Manderlay'i. Film aklımdaki sorulara yeni sorular ekledi.

Sevin Okyay'ın yazısına geri dönersek, Sevin Hanım diyor ki köle-efendi ilişkisi, tarafların net olarak tanımlandığı, hem bu ilişki içindeki rolünü, hem de haddini bildiği bir ilişkidir, ve devam ediyor, üstelik acıdır ki bu ilişki ille de efendiler tarafından empoze edilmez, çağımızda köle-efendi ilişkisi, gönüllü kölelerin omuzları üstünde yükselmektedir. Eşitlik herkesin ideailidir. Ve bir ideal olarak kalmaya da mahkumdur. Eğer tepeden inme bir rejim tarafınadan bastırılarak kabul ettirilmemişse. Bu cümlelerin üstüne hemen akla filmdeki Grace'in verdiği dersler ve derslerde gansterlerin silahları ile kabul ettirmeye çalıştığı eşitlik ve demokrasi söylemleri akla geliyor. Yazı devam eder. Eşitlik tahammul edilmez bir şeydir. Herkes diğerlerinden daha eşit olmak ister. Sadece eşit olanlar köle düzeyine iner, daha eşit olanlar efendilik mertebesine çıkar. Gene film aklıma geliyor. Yüzlerini silah zoru ile karaya boyamış eski efendilerin zencilere yemek dağıttığı sahne.

Sevşn Okyay'ın bu yazıdaki odak noktası aşk ve ilişkiler. Diyor ki; bütün insani durumlar için geçerli olan köle-efendi ilişkisi aşki duramlarda geçerliliğin ötesine geçer. Nerdeyse kaçınılmaz hale gelir. İki kişi birliktedir. İkisi de ilişkisinin istikbali açısından, hatta sırf saadet daim kalsın diye, yekdiğerini hoş tutar.. değil elbet. O zaman bu, en azından, kabul edilmiş genel geçer hali ile aşkın ideali gibi birşey olurdu. Bırakın gözükara, tutkulu, efsanevi aşkları; efendi, haktanır, kadirşinas bir ilişki bile, enderi nadirattan artık. Ama buna rağmen beraberiliker, ebediyen olmasa da devam ediyor. İnsanlar, birlikteliklerinin her türlü desteğini müsrifçe tüketmiş gibi göründükleri hallerde bile yekdiğerinden ayrılmıyor. Nasıl oluyor, öyleyse? Çünkü taraflardan bri köle diğeri efendi. Aslında kimin köle ve kimin efendi olduğu da, hayli tartışmalı bir durum. Köle efendi ilişkisinde, efendi tembel. Köle ise, efendye bağımlı, onun isteklerini yerine getiriyor, çalışıyor. Efendi ise, çalışmak zahmetine katlanmıyor. Köle açısından dezavantajmış gibi görünen durum aslında büyük bir avantaj. Çünkü kölenin gayreti, ters yönde bir bağımlılık doğurur. Yani ikisinden hangisi güçlü diye soracak olursanız, ...

Yani ikisinden hangisi güçlü diye soracak olursanız, sorar mıyız? İlişkilerdeki köle efendi durumunun da sorumlularu efendiler midir? Hangimiz efendiyiz? Ne zaman? Yoksa köle olmanın gücünü mü kullanırız? Trier'in Amerika eleştirileri ile ilişkilerimize bakar mıyız? Bakmalı mıyız?

Biz de ilişkilerimizde benliğimiz ve eşimizi resimdeki ilandaki gibi açık artırma ile satar mıyız ?

Sorular, sorular ve sorular ...

Evim - 39 Derece 53 Dakika 30.22 Saniye Kuzey, 32 Derece 48 Dakika 02.71 Saniye Doğu

Manderlay


Trier'in Amerika - Fırsatlar Ülkesi üçlemesinin ikinci filmini de seyrettim. Daha önce de bir çok sefer olduğu gibi gene bir Trier filminin çıkışında, filmdeki görsel şölenden, anlatımdan, dilden serhoş olmuş bir şekilde ama ama ne şimdi bu adamın duruşu diye kalakaldım.

Hikaye Grace'in bu sefer de köleliğin sürdüğü bir çifliğe demokrasi ve özgürlük götürme isteğini seyrettim. Cümleyi böyle kurunca Amerika'nın Irak'a, Afganistan'a demokrasi ve özgürlük götürmesine ne kadar da benzedi. Evet, tabi ki böyle bir kavramsallaştırma var filmin arkasında ama benim asıl paylaşmak istediğim soru, tüm iktidar çelişkileri, efendi ve köle arasındaki karşılıklı bağımlılık pek güzel anlatılmışken filmde, yazılar geçerken ki o gösteri de ne idi?

Nerde duruyor Trier? Filmde ne de güzel veriliyor bir çok çelişki. Efendinin köleye, köle olarak kulanmasının yanında onu özgürleştirilmesinde kendine biçtiği rol. Öğreten adamlık. Özgürleştiricilik. Demokrasi götüren sihirli el olarak efendi egosonu beslemesi. Kölenin ise köleliğin kötülüğünü kullanarak kendini acındırmasının yanında varoluşu, seçimleri ve temel yaşama ihtiyaçlarını sağlama sorumluluklarını efendiye atarak kazandığı rahatlık.

Bu çelişkilerin sunumundan sonra Trier hakikaten tüm sorumluluğu tüm bu çelişkileri yaratan efendiye mi atıyor?

Ben düşününce bire bir ilişkilerimden, sosyal birlikteliklerime, iş hayatımdan, akademik hayatıma, yaşadığım topraklarda yaşananlardan, dünyanın durumuna gördüğüm, hisstiğim tüm bu efendi köle durumlarının sorumluluğunu bu durumu yaratan efendilere mi atıyorum?


Çarşamba, Kasım 09, 2005

Şık Güzel Bir C++ Tutorial'ı

http://www.cplusplus.com/doc/tutorial/

C++ as a Second Language gibi bir tutorial. Genel PL kavramlarını öğretmekten çok, kavramların C++'daki uygulama biçimlerini tanıtıyor. Hızlı ve verimli bir şekilde dile ısınmak için kullanılabilir.

Salı, Kasım 08, 2005

Blake Edwards

Blake Edwards
Pembe Panterler, The Party, The Great Race gibi sevdiğim filmlerin yönetmeni aynı adammış. Blake Edwards. Bu adamın diğer filmlerini de seyretmeli.

What keeps mankind alive?


You gentlemen who think you have a mission
to purge us of the seven deadly sins
should first sort out the basic food position
then start your preaching, that's where it begins

You lot who preach restraint and watch your waist as well
should learn for all time how the world is run
However much you twist, whatever lies you tell
food is the first thing, morals follow on
So first make sure that those who now are starving
get proper helpings when we all start carving

What keeps mankind alive? The fact that millions
are daily tortured, stifled, punished, silenced, oppressed
Mankind can keep alive thanks to its brilliance
at keeping its humanity repressed
For once you must not try to shirk the facts
Mankind is kept alive by bestial acts

You say the girls may strip with your permission
You draw the line dividing art from sin
So first sort out the basic food position
then start your preaching, that's where it begins

You lot who bank on your desires and our disgust
should learn for all time how the world is run
Whatever lies you tell, however much you twist
food is the first thing, morals follow on
So first make sure that those who now are starving
get proper helpings when we all start carving

What keeps mankind alive? The fact that millions
are daily tortured, stifled, punished, silenced, oppressed
Mankind can keep alive thanks to its brilliance
at keeping its humanity repressed
For once you must not try to shirk the facts
Mankind is kept alive by bestial acts

Mankind can keep alive thanks to its brilliance
at keeping its humanity repressed
For once you must not try to shirk the facts
Mankind is kept alive by bestial acts

Pazar, Kasım 06, 2005

"Before Sunset" veya bazı filmler ayağınız yerden kesebilir ...

let me sing you a waltz
out of nowhere, out of my thoughts
let me sing you a waltz
about this one night stand
you were for me that night
everything i always dreamt of in life
but now you're gone you are
far gone all the way to your island of rain
it was for you just a one night thing
but you were much more to me
just so you know
i hear rumors about you
about all the bad things you do
but when we were together alone
you didn't seem like a player at all
i don't care what they say
i know what you meant for me that day
i just wanted another try
i just wanted another night
even if it doesn't seem quite right
you meant for me much more
than anyone i've met before
one single night with you little (jesse)
is worth a thousand with anybody
i have no bitterness, my sweet
i'll never forget this one night thing
even tomorrow, another arms my heart will stay yours until i die
let me sing you a waltz
out of nowhere, out of my blues
let me sing you a waltz
about this lovely one night stand

Moğollar Konseri


Lise iki idi yanlış anımsamıyorsam. Moğollar daha yeniden yenice toplanmışlar. Eskişehir'de konser verecekler. Biz nasıl da mutluyuz. Anodolu Pop'un yeniden icra edilecek olması. Bizim yetmişlerde sonra bu müziği ilk canlı dinleyenler olacak olmamız hepimiz çok heyecanlandırmakta. Hep beraber dümteka dümtek diyeceğiz, Çanakkale İçenden'i söyleyeceğiz. Yatakhanede birimizin çarşafını feda edip kocaman bir pankart hazırlamıştık. Pankarta ne yazdık anımsamıyorum. Konserden sonra da gidip konserin afişini imzalatmıştık. Bu afişi babam çerçeveletip Sındıgı'daki odama asmıştı. Afiş hala ordaydı :). Konsere gidenlerden kimlerde hala bu imzalı afişlerden duruyorki?

Çocukluğumun geçtiği ev ...



Bayramların güzelliği bu herhalde. Bayramlar da Ankara'daki koşuşturmaca içinde aklıma bile gelmeyen güzelliklere zaman ayırma fırsatım oluyor. Bu bayram da, her zamanki gibi soluğu kasabamızda, Sındırgı'da aldık. Bayramlaşmalardan sonra hemen çocukluğum geçtiği Sındırgı'daki evimize gittim. Ev hala kullanılır durumda. Annem ve babam, havalar güzel olduğunda fırsat bulduklarında gidip kalıyorlar fakat ben o evde kalmayalı nereden baksanız 8-10 sene olmuştur. Evi fotografladım. Bahçedeki nar ağaçı nasıl güzel meyve vermiş. Nar topladım. Çocukluk günlerimi düşündüm...


Arka bahçe ve nar ağacı ...

Dr.Strangelove or: How I learned to stop worrying and love the bomb


Stanley Kubrick'in böyle bir filmi olduğunu biliyordum ama hiç bir izleme isteği duymamıştım. Kara komedi olduğunu da biliyordum aslında, hatta izlemek istemememin en büyük sebebi de Kubrick'e bir komediyi yakıştıramamamdı herhalde.
IMDB'den en beğenilen filmler listesine bakarken farkettim ki filmimiz en beğenilen komedi filmleri listesinde birinci sırada yeralmakta. Durum bende bir merak uyandırdı ve seyretmeye karar verdim.
Film başlar başlamaz ilk şok Peter Sellers oldu. Peter Sellers filem üç ayrı karakteri canlandırmakta. Ve üçünde de birbirinden başarılı performans sergilemekte. Film muhteşem bir kara komedi. Yönetenler ve savaş üstüne bir tekerleme gibi. 'Peace is our profession' yazisi altinda yapilan silahli catismalar, Dr.Strangelove'ın "mein fuhrer i can walk!"diyip ayağa kalkması :), başkanın generalini "this is the war room, you can't fight here" diye azarlaması filmden aklımda kalan sahneler.
Seyretmeyenlere ısrarla tavsiye edilir.

Çarşamba, Kasım 02, 2005

Rahmi'nin Masaüstü Duvarkağıtları

http://www.nt.ntnu.no/users/lale/salad.php adresinde Rahmi'nin tasarladığı masaüstü duvarkağıtları var. Ben çok beğendim. Keyifle kullanmaktayım. Meraklılarına duyrulur.

Pazartesi, Ekim 31, 2005

Hollywood Ending


Hollywood vari bir Son, Türkçeye böyle çevrilmiş filmin adı. Bir kaç hafta önce Annie Hall ve Manhattan ile başlayan Woody Allen maceram uzun sürecek gibi görünüyor. Pek eğleniyorum seyrederken. Woody Allen sürekli nevrotik. Her an patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor. Her patlamasında ortalığa inciler saçılılıyor. Saçılan inciler ise bize "hayatı" anlatıyor. Neydi hayat, anımsayalım; " Hayat varoluş, aşk, seks, sanat vesairedir".
Woody Allen'ın filmlerini hatırlamak için o filmde saçtığı incilerden bir kaçını not alsam yeterli olur diye düşünüyorum. Bu filmdeki en sevdiği replik şuydu:

Sex is better than talk. Ask anyone. Talk is what you suffer through to get to sex.

(Tr. "Seks konuşmaktan daha iyidir. İstediğine sorabilirsin. Konuşmak seks yapana kadar çekilen acıdır")

Pazar, Ekim 30, 2005

Fotograf Gezisi



Bu gün FSA (Fotoğraf Sinema Ankara) fotograf okulunda ilk kuru bitirenler ile birlikte kur sonu fotograf gezisine gittim. Kale gezisi veya geleneksel kale gezisi. Gene Anadolu Medeniyetlerinden başladık gezmeye, sonra kalenin yeni yapılan burçlarına çıktık ve gezimizi At Pazarında yeni açılan Rahmi Koç Müzesinin biraz altındaki Erzurumlu Amcanın çay ocağında bitirdik. Keyifli bir geziydi. Bir de zaman ayırıp şu yeni açılan müzeleri gezmek lazım. ODTÜ'deki Bilim ve Teknoloji Müzesi ve At Pazatındaki Rahmi Koç Müzesi.

www.durakailesi.com

Ne zamandır aklımdaydı. Artık bir alan adı ve hosting hizmeti almanın zamanı gelmişti ama bir türlü elim ermemekte, bu işi yapmak için gerekli motivasyonu bulamamaktaydım. Bir yandan yonlendir.com'dan aldığım yönlendirme hizmetinden çok da memnun değildim, sürekli sitenin ırasında burasın anlamsız reklamlar çıkıyordu, bir yandan yayımlanan makalelerim gibi üçe beş şeyi webde yayınlamak için bir alana ihtiyacım vardı. Bunlara ek olarak babamın da bir web alanına ve problemsiz bir e-posta hesabına ihtiyacı vardı. Hepsini toplayınca gerekli motivasyonu buldum ve ucuz olarak bu hizmetleri sunan bir şirket aramaya koyuldum. Tavsiyeler üzerine https://www.niobeweb.net/ şirketi ile çalışmaya karar verdim. 30MB linux hosting için 18USD, alan adı için de 6,90USD bana gayet makul geldi. Ailenin, en azından babamın ve benim ortak kullanabileceğim bir alan ismi düşündüm bir süre. Sonra durakailesi.com'a karar verdim. Özellikle bu adres ile dağıtacağım e-postalar çok güzel oluyordu. umut at durakailesi.com.
Şirketin sunduğu hizmetlerden şimdiye kadar memnunum. Fena olmayan bir yönetim konsolları var. E-posta dağıtmaktan subdomain açmaya, html edit etmeye kadar bir çok işlemi bu konsol üstünden halletmek mümkün.

Cuma, Ekim 28, 2005

External Hard Disk'den Veri Kurtarmak

En sonunda başımıza geldi. İş yerinde kullandığımız 100GB'lık external disklerimizden birini dün laptopa bağladım ve korktuğumuz başımıza geldi. Bilgisayar diski tanıyor. My Computer'ın altında gözüküyor ve fakat veri iletişimine izin vermiyor.
Akşam google'dan bir sürü arama yaptım. Bir türlü data recovery yapan şirketlerin reklamların aralarından işe yarar bir bilgiye ulaşamadım. En son artık vazgeçmeme yakın EasyRecovery programına rastladım.
Programı kurdum ve çalıştı. Windows tarafından erişilemeyen disk alanına erişti ve verileri kurtarmayı başardı. Solda EasyRecovery programının ana ekranı görülmekte. Bu program hakkında detaylı bilgiye Ontrack'in web sayfasından erişebilirsiniz.
Diski kurtarmak için ana ekrandan AdvancedRecovery seçeneğini seçtim. Daha sonra gelen ekrandan kurtarılmasını istediğim drive'ı seçtim. Kurtarma ayarları üzerinde de değişiklik yapmam gerekebilir hissi ile Advanced Options'ı bir bakmak istedim. Beklediğim gibi birkaç ufak ayar yapmak gerekti. En önemlisi de kurtarılacak diskte eskiden silinmiş verileri kurtarma ayarıydı. Bu ufak ayarı da yaptıktan sonra kurtarna işlemi yürütüldü. Program yaptığı inceleme sonunda bana diskteki dosyların listesini sundu. Bu liste üszerinden seçtiğim dizin ve dosyaları istediğim bir dizinin içine kurtardı.

Çarşamba, Ekim 26, 2005

The Francesca Woodman Gallery

The Francesca Woodman Gallery

Çok etkileyici fotograflar. 14 yaşında başlamış bir kariyer ve 23 yaşında intaharla bitmiş. Bildiklerim şimdilik bu kadar.

Pazartesi, Ekim 24, 2005

Babamın Köşe Yazıları

MARMARA İNTERNET - ANA SAYFA

Babam (İhsan DURAK) bir süredir Balıkesir'in mahalli gazetelerinden bir olan Marmara Bölge Gazetesi'de köşe yazıları yazıyor. Bu linkden o haftaki yazılarına ulaşmk mümkün olacak gibi gözüküyor.

Tüm yazıları için:
http://www.harman.diyari.com

Blog meselesi (devam)

Evet, şu an itibarı ile planladığım üç adet blog'u hayata geçirmiş bulunmaktayım. Ana sayfa olarak Umut'un Günlüğünü yani burayı kullanmayı düşünüyorum. Bir tane online fotograf sergisi hazırladım. Linklerde görmüşsünüzdür. Amacım yaptığım tüm fotograf çalışmalarımı buraya koyarak yayımlamak. Bir kaç gün içinde elimdeki tüm işleri koymuş olacağımı zannediyorum. Son olarak hazırladığım blog'u daha çok bir karalama defteri olarak düşünüyorum. Bu blog'u doktoramın geri kalanında not almak için ve bu notlar kah tez kardeşlerimle kah hocalarım ile paylaşmak için kullanacağım.

Umut'un Günlüğünün Açılışı

Blog olayı bir süredir (sanırım yaz başından bu yana) ilgimi çekmekteydi. Önce her Türk gibi büyük düşündüm. İngilizce bir blog hazırlayayım da dünyanın dört bir yanından beni takip edenler olsun. Hatta bu sayede İngilizce yazınım da iyileşir. Malum akademik amaçlar dışında İngilizce bir metin hazırlamıyorum. Bu amaçla hemen gidip MSN Spaces'den bir yer aldım. Başladım yazmaya. Fakat işler beklediğim gibi olmadı. Language Barrier. Çok üşenmeye başaldım birşeyleri İngilizce yazmaya. Ve blog çok bir işler olmadı. Tabi ki dünya çapında da takipçilerim yoktu. Şimdi ne mi yapıyorum? Bir önceki blog denememin işlerliğini sağlayamamamın tüm suçunu İngilizce olmasına bağlayıp yeni bir blog'a başlıyorum. Bu sefer Türkçe. Bunuda işler kılamazsam anlayacağım ki bu blog olayı bana göre değilmiş.