Cumartesi, Kasım 29, 2014

Hannoversch Münden ve Weser Rönesansı

Weser rönesansı orta Almanya'da bulunan Weser nehri etrafındaki kasabalarda yoğun olarak rastlanan bir mimari form. Fotografta görülen bina Hannoversch Münden kasabasının belediye binası. Weser rönesansının önemli örneklerinden biri. Geçtiğimiz ay Rabia'nın doğum günü için ufak bir tatil planladık. Hannoversch Münden'den başlayarak Weser kıyısındaki kasabaları turladık. 16. yüzyıldan kalma ahşap yapılar ile dolu kasabalar. Yolu o tarafa düşen herkese en azından bir günlerini ayırıp, Weser kısıyındaki bir kaç kasabayı gezmelerini öneririm.

Cuma, Ağustos 08, 2014

Küçük bahçe geleneği

Küçük bahçeler Braunschweig'a taşındığımızdan bu yana sağda solda sürekli gözümüze çarpıyordu. Önceleri tam anlayamadık. 500 metrekare civarı, içlerinde şirin kulübeleri olan bir sürü bahçenin olduğu bölgeler vardı. Sonrasında öğrendik ki kücük bahçe (de. Kleingarten) işinin kökleri bu geçtiğimiz yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. Temelde şehir yaşamındaki insanı doğa ile buluşturmayı hedefliyor. Bu sayede insanlar bir yandan ihtiyaçları için sebze ve meyve yetiştirirken, bir yandan da apartmanların arasından çıkma şansına sahip oluyorlar. Küçük bahçelerin arazileri genelde şehre/belediyeye (de. Stadt) ait. Belediye bu arazileri kiralamak üzere derneklere (de. Verein) tahsis ediyor. Dernekler de cüzi bir ücret karşılığı, belirli kuralları işleterek bahçeleri kişilere kiralıyor. Küçük bahçe arazileri olarak genelde şehrin etrafındaki demir yolu veya otoyol kenarları seçiliyor. Bizim şehrimizde toplam sekiz bin adet küçük bahçe var.  Bahçe büyüklükleri 300 ile 700 metrekare arasında. İçinde 30 metrekareye kadar bir bağ evi yapmaya izin veriliyor. Bunun yanında bu araziler üzerinde rant sağlanmaması dikilecek domatesin, biberin sayısı kurallara bağlanarak engelleniyor.
Aklımızdan acaba biz de böyle bir bahçeye sahip olabilir miyiz diye geçiriyorduk fakat bir yandan Alman bürokrasisinden çekiniyor, öte yandan da bu işi nasıl yapacağımızı bir türlü bilemiyorduk. İş yerinden yine benim gibi Post.Doc. bir arkadaşımız bizden önce bu işe girişince, bize de ön ayak oldu. Onun tecrübelerinden faydalanarak biz de kendimize güzel bir bahçe bulduk. Geçtiğimiz ay da bahçeyi devraldık. Bahçemiz evimize yürüyerek 45 dakika mesafede, Lünisch gölünün kenarında. İlk işimiz kendimize küçük bir sebze yatağı hazırlamak oldu. İki hafta önce de turp, havuç, salatalık, alabaş, fasulye, roka, maydanoz, dereotu ve çilek ektik. Bahçecilik hakkında hiç bilgimiz yok. Bol bol netten okuyoruz, youtube seyrediyoruz. Sonra da gidip anladığımızı uyguluyoruz. Maceralarımızı bloğa yazmak için ilk başarılı sonuçlarımızı bekliyoruz. 

Salı, Temmuz 29, 2014

Karavan ile Kısa Bir Avrupa Turu

Avrupada olup karavancılara hayran kalmamak elde değildi. Biz de meyilliydik hani. Daha anadolu lisesi hazırlığı yeni bitirmiştim yanlış anımsamıyorsam. Bozulmuş olan karavanlarını tamir ettirmek için yoldaki ilk kasabada duran yaşlı Alman çiftin ne dediklerini anlamayan tamirci, İngilizce biliyorum diye beni çağırtmıştı. O vakit hayran kalmıştım karavan mevzusuna. Yıllar yılları kovaladı, bu yaz bize de Alman turist olma yolu gözüktü. Mevzu karmaşık. Bir yanı az da olsa aşina olduğumuz kampçılık kültürü, öte yanı karavanın kendisi. Nereden, nasıl kiralanır? Nerede kalınır? Elektriği, suyu, tuvaleti, banyosu, ocağı, hepsi ayrı bir dünya. Oğuz cesaretlendirdi beni. Oturup güzel bir rota çizdik. Braunschweig'dan çıkıp Amsterdam, Zeeland, Brugge, Paris, Lüxemburg ve Götingen üzerinden dönüş. İş yerinden yılların karavancısı arkadaşım Olaf'ın çok desteğini gördük. Rotayı belirlerken, kampinglerine karar verirken, karavan tipini seçerken hep fikrini aldım. Kimyasal tuvalet ne ola ki? Buzdolabı gazla çalışıyor derken? Gri su mu, o da nesi? Ben sordum o anlattı.
Teori bir çırpıda bitti, bir sabah Oğuz'la kendimizi Harms oto kiralamanın önünde bulduk. Meret beklediğimizden de büyüktü. Alman disiplini ile yaklaşık 2 saat bize karavancılığa giriş dersi verdiler. Şaka değil, birer birer karavan tüm özelliklerini ve nasıl kullanmamız gerektiğini anlattıktan sonra, bize her şeyi tas tamam ve çalışır bir şekilde teslim aldığımızı anlatan bir kağıt imzalatıp, karavanımızla baş başa bıraktılar. İlk 10 saniye bu 3.5 ton aleti ilk kim kullanıp eve götürecek diye birbirimize baktıktan sonra, Oğuz cengaverce bu sorumluluğu aldı. İlk yurt dışında araç kullanma deneyimi beklediğinden çok daha eğlenceli geçti. Usul usul eve yanaştık. Eşyaları yükleyip düştük yollara. Sonrası bolca deneyim oldu.  İlk yarım saat sonunda 100km/s üstünde gidilemeyeceğini öğrendik. Meret hızlandıkça çok gürültü yapıyor. Ama uygun hızda gemi gibi arkadaş. O ne keyif öyle! Önü ayrı, arkası ayrı keyifli. İlk gece (ilk fotograf) bazı arkadaşlar fırtınada suya uçma endişesi ile uydular. Ama sabahlar kamp yerleri insana nasıl bir enerji veriyor. Herkesle birlikte güne başlaman ne güzel! İkinci gün hava 10 dereceye düşünce karavanın ısıtma sisteminin arızalı olduğunu keşfettik. Teslim alırken hava 30 derece olduğu için dikkat etmemiştik. Allahtan güneye inince gerek kalmadı. En güzelinden, vasatına, her çeşit kamp yeri gördük. Genel kanım internetteki görüşlerin yol gösterici olduğu yönünde. Amsterdam icin Camping het Rietveen'i, Paris için Camping le bleau Village'yi, Lüxemburg için de Camping Alzingen'i öneririm. Hepsinin yerleri de tesisleri de güzeldi. Lille'de, piyangodan kaldığımız Camping du Grant Sart'ı ise tavsiye etmem. Biz gecelemek için kaldık. Sabahında da hemen yola düştük. Oldukça bakımsız bir tesis. Toplam bir haftada 2500km yol yaptık. Enfes şehirler gezdik, harika manzaralar geçtik. Ama en keyiflisi sabahları karavanda yaptığımız kahvaltılardı. Bir sonraki karavan maceramızı iple çekiyoruz. Niyetli olanlara şiddetle tavsiye edilir.