Çarşamba, Mart 26, 2008

Fransız çizgi filmi

Belleville'de Randevu büyüklere çizgi film furyasının zannımca en güzel örneklerinden bir tanesi. Öyle derin felsefeler, imgeler, metaforlar falan yok. Çizgi film işte. "Gerçek nedir?" sorusuna cevap aramak yerine sizi bulunduğunuz dünyadan alıp, bir hamlede masal dünyasına götürüyor. 30'ların Fransa'sında başlayan hikaye, New York sokaklarında son buluyor. Hepsi ayrı ayrı, türünde tek olan karakterlerin en güzeli büyükanne idi. Tek ayağının kısa oluşu, gözlüklerini kaldırışı, düdükle tempo tutması ince ince kurgulanmış, izleyiciyi kendinden geçiren ayrıntılar. Seyredin arkadaşlar. Pişman olmayacaksınız.

Karikatür Müzesi

Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi Eskişehir'in köşeyi dönünce karşınıza çıkıveren, beklenmedik, şaşırtan, mutlu eden kültür altyapılarından bir tanesi. Pazartesi günü öğleden sonra, hava da pek güzeldi, Köprübaşı'ndan başlayıp, Hamam Yolu üstünden Odunpazarı'na doğru uzun bir yürüyüş yaptım. Bir yandan fotoğraf çekerken bir yandan da sağı solu seyrettim. Atatürk Lisesi'nin orada karikatür müzesi diye bir tabela var, nicedir de uğrayacağım, aklımdaydı. Fırsat bilip daldım içeriye. Tan Oral sergisi var. Yıllardır gazetede severek okurum Tan Oral karikatürlerini, o nedenle, pek sevindim. Ama gezdikçe fark ettim ki en az Tan Oral sergisi kadar ilgi çekici bir de sabit sergisi var müzenin. Yolunuz düşerse, zamanınız olursa ihmal etmeyin, gezin derim ben. Müze deyince biz ya tarihi eserler ile dolu, ya da anlamadığımız resim ve heykellerle dolu büyük binalar anlarız ya bu onlardan değil, emin olun. Çok güzel bir müze.

Cuma, Mart 14, 2008

Cazımız çıkmıyor

Hakikaten cazımız çıkmıyor. Sarp Maden'in açılış konserini saymazsak, Eskişehir 6 grupluk bir Amatör Caz Müzisyenleri Festivali yaşıyor. Düzenleyin ellerine kollarına sağlık ama Türkiye'nin tek amatör caz festivaline sadece 6 grubun katılması çok acı geldi bana. Bu mudur memleketimizin caz potansiyeli? Ne bekliyorum ki? Ankara'da ya birdir ya ikidir, arada bir canlı caz yapılan yerlerinin saysı, üç beş tane de İstanbul'da olsun. Bu kadar hakikaten. Elde avuçtaki ile yetinelim, olanla mutlu olması öğrenelim düsturu ile dün iki konsere gittik. İki grup da İzmir'den idi. İnci Quartet, genç grup üyeleri ile (yalan olmasın bana hepsi 20lerinin ilk yarısında gibi geldiler) hem bilinen caz standardlarını yorumlandılar hem de kendi yaptıkları bir kaç şarkıyı çaldılar. Soundcheck problemlerinden kaynaklı (Grup üyelerinden Buğra'dan gelen bilgiler ışığında) bir kaç aksaklığı bir kenara bırakırsak, çok başarılı bir konser çıkardılar. Ben özellikle gitaristleri Can Ercan ve basçıları Buğra Balcı'yı çok tuttum. İkinci grup Fastrip görece daha yaşlı bir gruptu. Konserin ilk bir kaç şarkısında beni korkuttular. Bir country şarkısının caz düzenlemesi falan derken tam umudum kırılmıştıki toparladılar. Özellikle klavyecileri Emin İnal ve vokalleri Evrim Yapıcılar Özkaynak'ın göz dolduran performansları ile konserden ağzım kulaklarımda çıktım. Daha yok mu? derken, Jam Session var dendi, şehre daha açılalı bir kaç gün olan bir mekana gittik. Fakat bir saate yakın bekledikten sonra gelen giden olmayınca Jam Session hevesimiz kursağımızda kaldı. Öğrendik ki festivalin ilk günü, Çarşamba, Jam Session yapılmış, fakat beklenen olmuş, mekan sahibi ile festival düzenleyenler arasında, magazine "içerde çok sigara içiliyor, çok duman oldu" şeklinde yansıyan bir anlaşmazlık meydana gelmiş, zaten senede bir zor yapılan böyle bir buluşma, jam sessionlar, iptal edilmiş. Canları sağolsun.

Salı, Mart 11, 2008

İkinci Rönesans

Millet Lost'a ve gizeme boğulmuşken, ben Animatrix'i daha dün izleyebildim. Yıllardır aklımda, harddiskimde hatta cd'lerimin arasında vardı ama bir türlü sıra ona gelememişti. Dün mesai sonrası koşu bandında bir saat ter döktükten, Espark'taki Göksu'dan lahana sarmamı boğduktan, Migros'a girip nöbetler için yok snickers, yok ruffles yok browni gold bir sürü alış veriş yaptıktan sonra misafihaneye döndüm ki saat daha 10'du. Baktım diske, hah dedim, şimdi Animatrix zamanıdır. Hikayeyi bin defa konuşmuş, okumuştuk fakat gene de seyri ayrı bir keyif verdi. Regenerative AI, kendini yartabilen, hatta geliştirebilen yapay zeka ve meteforlarla bezenmiş bir çizgi film. Çağdaş felsefenin çizgi ile buluşması veya "gerçek nedir?".

Pazar, Mart 02, 2008

İlk uluslararası dergi yayınım

İlk kez bir makalem uluslararası hakemli bir dergide yayınlandı. Ontology-Based Trajectory Simulation Framework isimli makalem ASME (American Society of Mechanical Engineers) tarafından yayınlanan JCISE (Journal of Computing and Information Science in Engineering) adlı derginin Mart 2008 sayısında yer alıyor. Çok sevinçliyim. İnsan yıllarını harcadığı araştırmasını bir dergide yayın olarak görünce hakikaten seviniyormuş. Kasım 2006'da başlayan süreç Mart 2008'de bitti. Söylerlerdi de inanmazdım. Hakikaten iki seneye yakın sürdü yayın süreci. Darısı hali hazırda hakemde bekleyen diğer iki dergi makalemin başına.

Büyükler için renkli masallar

Tim Burton amcanın bizler için çektiği masalları çok seviyoruz. Son filmi, Sweeney Todd, İngiliz tarihinden bir seri katili anlatıyor. Londra'da Fleet Caddesi'nin psikopat berberi, gümüş saplı usturaları ile milletin boğazını keserken, cadı ruhlu, berbere hasta börekçi de insan etinden nefis börekler yapıp bir anda Londra'nın en ünlü börekçisi haline geliyor. Filmi seyretmeyenler için hikayeyi daha fazla anlatmayayım ama şunu söylemem lazım: Yaratılan atmosfer, parlak gri tonlar, her detayına özen gösterilmiş karakterler, hikayenin bir müzikal şeklinde anlatılmasının verdiği gerçek üstü hava ile film, izleyeni bambaşka diyarlarda gezdiriyor. Hala gösterimde. Ben, naçizane, "seyredin, kaçırmayın" derim. 106 ekran LCD televizyonlar, 5 artı 1 ses sistemleri evlerimize girdi diye sinemaya gitmez olduk mu diyorsunuz? Yok, öyle her filmin tadını çıkaramazsınız evinizde, hele bu filmin hiç. İlla ki de sinemada, kocaman ekranda, yüksek ses düzeyinde, tam konsantre seyretmek lazım şölenden keyif alabilmek için.

Cumartesi, Mart 01, 2008

Yaşar Usta olmak...

Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, herşeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak. Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak. Ama nasıl yakışmaz. Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saaddeti çok gören. Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Hıh. Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey. Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin. Anlıyor musun, bir hiç. Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiç birşey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. Dokunma artık aileme. Dokunma çocuklarıma. Dokunma oğluma. Dokunma gelinime. Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile.
An gelir, büyük bir romantizm ile Yaşar Usta olmak isteriz. Değil mi ama? Bu film ile büyüdük, nasıl istemeyelim? Sonra kolumuz kanadımız kırılır, büyük hüzne dalarız. Budur.