Pazartesi, Mayıs 28, 2007

Edip Cansever...

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever.
Cemal SÜREYA

Yirmibir sene evel bugün kaybettiğimiz Edip Cansever'i anıyorum, şiirlerini okuyarak...

Pazar, Mayıs 27, 2007

Zelig, bir Woody Allen şaheseri...

Dün Woody Allen'ın Zelig'ini izledim. Wikipedia filme mockumentery diyor. Yani düzmece bir belgesel. 1920'lerde yaşamış Zelig adlı insan bukelemunun hayatı anlatılıyor. İnsan bukelemun ne demek diyeceksiniz. Şöyle ki kahramanımız Zelig etrafındakilerin formuna bürünüyor. Ortadoks yahudiler ile sohbet ederken sakalları uzuyor, zenciler ile birlikte iken derisi siyaha dönüyor, obezler ile obez oluyor, doktor ile doktor vesaire. İleri derece conformizm. Güzel mi güzel psikiyatrisimiz Dr. Eudora Fletcher (namı diğer Mia Farrow) hayatını Zelig'i normal bir insana çevirmeye adar. Bu süreçte bir de aralarında bir de aşk doğmasın mı? Woody Allen filmlerinde zaten aşk da bir başka olur. Hikaye iyice şenleniyor.
Eski fotograflara ve filmlere montaj, eski kameralar ile çekim gibi teknikler kullanılara 20'li yılların görüntüsü ve hissi çok güzel yaratılmış. Arada Zelig'i tanıyanların, olaylara şahit olanların günümüz halleri ile röportaj sahneleri ile belgeselden kopmamanız sağlanıyor. Röportajı yapılanlar arasında Susan Sontag'ın olması falan çok güzel olmuş. Neyse velhasılı, seyrettiğim Woody Allen filmleri arasında Zelig'i en üstlere yerleştiriyorum. Ben seyretmekte biraz geç kalmışım. Siz de eğer bencileyin Woody Allen severseniz, ve bu filmi seyretmedi iseniz, hemen seyredin, hiç pişman olmayacaksınız.

Salı, Mayıs 22, 2007

Bisiklet derken...

Fatih aklıma girdi. Bisikleti bu sene biraz adam edeceğim ya bugün gittik iş çıkışı koşarak Erdoğanlar Bisiklet'e. Niyetimiz elimizdeki bütçe ile bir amortisörlü maşa, kask, eldiven, tel takımı, ön attırıcı almak, geri kalan modifiyeleri önümüzdeki senelere bırakmaktı. İlk olarak Erdoğanlar Bisiklet'i tebrik ederek başlamak istiyorum. Teknik bilgileri yerinde, esnaflıktan nasibini almış, çeşidi bol bir kurum. Fakat bizim evdeki hesap çarşıya uymadı. Benim kadroya amortisörlü maşa takmanın imkansız olduğu öğrendik ilk olarak. Sonra yeni bir alım planı yaptık ve bu seneki bisiklet bütçemizi en mantıklı biçimde ürüne çevirdik. Acera serisi ön ve arka vites attıcılar, ayna kol, vites fren kolları, elcik, kask, eldiven alıp bisikletimin en az masraf ile teknik olarak en üst düzeye taşıyabilecek yatırımı yaptık. Önümüzdeki sene jant, tekerle ve göbekleri değiştirmeyi, ondan sonraki sene de kadro ve maşayı değiştirmeyi planladık. Bu sayede iyi bir bisiklet parasını üçe bölüp, üç senede kademeli bir iyileşme planına imza attık. Sonra geldik eve koyulduk işe. Ayna kol ve zincie sökümüne kadar hiç bir sıkıntımız olmadı. Ama bu iki eski parçayı sökmek için özel aparatlar gerekiyor. Atlamışız. Önümüzdeki gğnlerde bu kah bu aparatları edinip, kah ödünç alıp olmadı ustaya gidip bu iki parçanın demonte ve yenilerinin montelerini yaptırıp işimize devam edeceğiz. Heyacanlıyım. Yalan değil. Fatih sağolsun, bisikletim süper olacak:)

Pazar, Mayıs 20, 2007

Kapadokya...

Hazır tez kopyalarını dağıtmışken, jüriden önce biraz soluklanmak amacı ile kendimi şehir dışına atayım dedim. İlk hedefim Şimşirlik'ti. Yok efendim yer yoktu, yok efendim yağmur yağıyor derken kendimi Kapadokyada buldum. İyi de oldu. Çok özlemişim. Göreme'de kalındı. Her türlü taş iştina ile gezildi. Geçen seferlerde gitmediğim, Kızılçukurda güneşi batırdık. Bol bol GPS ile oynadım. Ümit sağolsun, GPS'ini vermişti, oyuncaktır abi sen seversin diye. Çok sevdim. Ben de en yakın zamanda GPS alacağım. Nesi mi hoşuma gitti? Ne zaman dünyanın neresinde olduğunun kaydını tutma fikri. Oyuncak işte :).
Avanos da pek eğlenceli idi. Önce Sofra diye bir restorana gidip testi kebabı yedik. Kebap muhteşemdi. Bir hürmet bir hürmet sormayın. Pek güzel bir yer. Hükümetin tam karşısında. Tavsiye ederim. Kebap yerken yan masada çayını yudumlayan yaşlı amca ile bir sohbet başladı ki sormayın gitsin. Gardiyan Mustafa Amca. 82 yaşında. Hikaye gırla. Gençliğinde başladı anlatmaya. Yemekten sonra Mehmet Körükçü'nün yolunu tuttuk. Mehmet usta topraktan vurmalı çalgılar yapıyor. Çayını içtik, sohbet ettik, yeni yaptığı aletleri denedik. Deymeyin keyfime.Pazar günü ilk iş Ürgüp'e gittik. Uzun uzun Ürgüp manzarasına karşı gazete keyfi yapıp, Tuna Sarıkaya'dan şaraplarımızı alıp Ürgüp seferimizi tamaladık. İsmini duymuştum ya daha önce gitme fırsatım olmamıştı Mustafa Paşa köyüne. Bu sefer erinmeyeceğim deyip vurdum arabayı köyün yoluna. Öncesinden de duymuş okumuştum, şirin bir eksi Rum kasabası diye. Gitmeyenlere ısrarla tavsiye ederim. Bambaşka bir atmosferi var kasabanın. Yıkık dökük bir Rum köyü, tüm sakinliği, dinginliği ve ihtişamı ile orda duruyor. Sokak aralarında dikkatli dinlerseniz Rumca kelimeler çarpıyor kulaklarınıza. Yukarıdaki fotografta da gördüğünüz gibi kemerli, sütunlu eski taş binaları sizi kasabayı keşfe davet ediyor. Esnafı çok cana yakın. Bir kaç tane de pansiyonu var. Bir dahaki sefere Mustafa Paşa'da kalınacak. Öyle gezmeye de çok hacet yok. Durulup dinlenilecek.

Perşembe, Mayıs 17, 2007

Yaşamaya Dair

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.
N.Hikmet

Cumartesi, Mayıs 12, 2007

Yarıştık, eğlendik hatta kazandık...

ODTÜ'de Bahar Şenliği kapsamında bugün koşulan bisiklet yarışına katıldık. Hikaye böyle başadı. Fatih bana geldi. Doldurduk Roomster'ın arkasını bisikletlerlen yollandık okula. Vardık Kimya Mühendisliğine. Monte ettik bisikletleri. Yahu kimse yok galiba burda derken bulduk insanları. 3-5 derken yaklaşık 20 kişilik bir yarışcı ekibi toplanıverdi. Bizin bir gözümüz rakiplerde, bir gözümüz rakiplerin velespitlerinde. 2000ytl'lik bisikletleri incle incele doyamadık.
Derken parkura şöyle bir baktık. Öğrendik ki yarış 2-4 dakika sürecek. Allah Allah nasıl olacak bu iş falan diye beklemeye koyulduk. Bu arada aramızda anlaştık. Ben Fatih'den 30 saniye önce çıkacağım ve bir birimiz ile yarışacağız. Bakalım Fatih beni yakalabilecek mi? Ve start verildi. Merdivenlerden uçarak (!!!), ağaçların aralarından süzülerek inmeye başladım İktisat'a doğru. Bilgisayar Mühendis'liğinin orda yakaladı Fatih beni ve MM'de de geçti. Fatih'in arkasından seyirtirken, üçlü anfinin önünden aşağıya rektörlüğe inen bayırda, anam anam bu sefer kafayı gözü dağıtıyoruz derken, kazasız belasız vardık finish çizgisine. 3 dakka 54 saniye de ben vardım. 3 dakka 14 saniyede de Fatih. Ha Fatih sadece beni geçmekle kalmadı, kurmaya karar verdiğimiz SAGE Bisiklet Takımına da ilk madalyasını getirdi. Yarışı 3. bitirdi. Ben mi? Bir sakatlık çıkardan orta sıralarda yarışı tamamladım :) Çok güzeldi. Çok eğledik. Ne iyi yaptık da katıldık. Keşke daha sık böyle yarışlar yapılsa dedik durduk.

Cuma, Mayıs 11, 2007

Bisiklet mevsimi...

Bisiklet mevsimi geldi de geçiyor da ancak bugün indirebildim bisikleti aşağıya. O da okulda yarın bahar şenliği kapsamında yapılacak yarışa katımak bahanesi ile. Fatih ile gaza geldik. Gittim bir bisikletçiye lastikleri şişirttim, vites ayarları yaptırdım (yaptıramadım, beceremedi adam), yağlattım falan derken bisikletimin kronik sorunlarını yeniden hatırladım. Öndeki vites değişmemek için elinden geleni yapıyor ve arka frenim çalışırken ağlamaya benzeyen bir ses çıkarıyor. İlk yapılacaklar fren ve vites tellerini değiştirmek gibi gözüküyor. Bir de elimiz değmişken ön vites attırıcıyı değiştirsem iyi olacak. Bu arada ne zamandır canımı sıkan elcikten vites değiştirme işinden kurtulup, bir vites-fren kolu alsam güzel olabilir. Bu senenin bisiklet harcamalarını burada kesebilirsem iyi olur. Yoksa aklımda öne amortsör ve dik fren takmak ve çift kat cant teknoljisine geçmek de var ya dur oğlum Umut abartma diyorum kendime.
Neyse efendim durum şudur. Shimano denen şirket pazarı nasıl domine etti diye merak ediyordum. Son iki saattir netten indirdiğim katologlarına bakıyorum da cevabımı aldım oturdum. Hikaye teknoloji. Muhteşem bir mühendislik dönüyor. Malzemesinden, mekanizmasına. İlginç olan şu ki aynı işleve sahip iki Shimano ürünü arasından abartmıyorum birkaç yüz kat fiyat farkı var. E hangisi bana uygun? Ürün katalogları bu soruya da cevap veriyor. Ben kendimi "Düzgün arazi sürüşü" ve "Kısa seyahat amotisörlü amortüsörsüz" sınıfına ait hissettim. Bu durumda Aliva, Acera ve Altus serisi bana uygun gözüküyor. Almak istediğim modelleri seçtim gibi. Fatih ile tartışıp listeye son şeklini verip işe koyulmak lazım. Durun bakalım elimiz ne zaman erecek. Bit doktora bit.

Salı, Mayıs 08, 2007

Arı Stüdyolarında bir gece...

TRT hakkında bir yazı daha mı? Niye ki? diye soracaksınız. Buyrun. Şans eseri (Rabia'nın başının altından çıktı) bir çok ülkenin Adalet Bakanlıklarının işbirliği ile gerçekleşen bir değişim programı kapsamında Ankara'da bulunan İskoçyalı bir polis, Noveç'ten ve İsveç'ten iki sosyal hizmet uzmanına eşlik etmek amacı ile bu gece TRT Ankara Arı Stüdyolarında, TRT Int'te yayınlanan bir türkü programına seyirci olarak katıldım. Misafirler zaten birbirinden ilginçti. Ben polis teyzeyi çok tuttum. 18 yıldır seri katiller, cinsel istismar ve çocuk pornografisi konularında çalışan bir dedektif. Fethiye'den ev almış. Emekli olunca (daha bir 8 sene varmış) Türkiye'de yaşamayı planlıyor. Hikayaler muhteşem. Misafirler bir yana "Tatlı Dile Güler Yüze" programı şahaneydi. Eğledik, yalan değil, bıraksalar göbek atacaktım ve fakat takım elbise, kravat ve protokol sebepleri ile kendimi tuttum. Dahası, programda Yağmur Öncesi grubundan anımsayacağınız şahane insan, şahane basçı Abdurrahman Tarikçi de çalıyormuş, derken bugünde doğum günü imiş. Bir türkü de o söyledi. Deymeyin keyfime. Baylar, bayanlar. Bunca yıldır Ankara'dayız ya ben ilk defa gidip bir TRT programına seyirci olarak katıldım. Çok sevdim. Sık sık değil ama arada, kafamıza esince yapalım. Değişik bir faaliyet :)

Pazar, Mayıs 06, 2007

Sorularımız, sorunlarımız...


Here's praying the people will learn a candidate's faith is not an asset
David P. Barash
Seattle Times, 23 Mart, 2007

Radyonun 80. Kuruluş Yıldönümü

Saat 11:30 gibi çalışmaktan sıkıldım, tüm herşeyi kapatım, yedekleme yazılımımı çalıştırdım. Yedekleme de bir 10 dakika kadar sürüyor, o arada iki televizyona bakayım diye salona geçtim. TRT4'de Türkiye'de radyo yayının başlamasının 80. yıldönümü için bir eğlece programına takıldım kaldım. Bir tango, üstüne 70'lerden bir şarkı üstüne Rumeli'den bir türkü derken TRT tadını ne kadar çok sevdiğimi yeniden anımsadım. Kocaman bir orkestra, yanlışı olmayan solistler, tane tane konuşan spikerler. Bu insalar ışıl ışıllar, işlerini çok iyi yapıyorlar ve sektörlerinde "serbest" çalışan akranlarına kıyasla para da kazanmıyorlar. TRT tarzını çoğu kez eleştiririz ya gene de bir disipli içinde işlerini doğru yapmak için her bir çalışanının harcadığı emeği görmezden gelmemek gerek. Motivasyonlarını alkışlıyorum. Alkışlıyorum çünkü bu insanların iyiyi ve güzeli yaratmaktaki tek motivasyoları iyiyi ve güzeli yaratma arzuları. İyi kş varlar. Varlar da Radyo 3'de caz dinleyip, TRT televizyonlarında ağız tadı ile şarkı, türkü programları seyrediyoruz.

Cuma, Mayıs 04, 2007

Lhasa de Sela

İş yerinde müzik dizinimde rastladım ismine. Allah Allah, tanımıyorum da, ne ki bu? diye dinlemeye başladım. Herhalde birinin paylaşımında rastlayıp kendi bilgisayarıma kopyalamışım dinleyeyim diye, sonra da unutup gitmişim. Lhasa de Sela, öğrendik ki, şarkıları söyleyen o yumuşak, samimi sesin sahibi imiş. İki album yapmış, ikisini de dinledim, beğendim. Amerikada doğmuş bir Meksikalı. Kanada da müzik yapıyor. Meksika tadı var müziğinde derinlerden. Calexico'nun daha hafifi gibi. Tindersticks, Eels falan sevenler bu kadını da seveceklerdir inancındayım. İlginize...
Lhasa de Sela - De cara a la pared

Salı, Mayıs 01, 2007