Sonra Hasan Cemal olayları yaşandı. Çok algılayamadım neler olduğunu. Ama sevdiğim yazarlar gazeteden ayrıldı. Bizimkiler gazeteyi almayı bıraktılar. Sonra gene birşeyler oldu ve yazarlar geri döndü. Bu sefer de duygusal okuyucu kitlesi bir değil iki gazate almaya başladı, gazeteyi kurtarma, sahip çıkma arzusu ile. Nedense onu da çok anlamamıştım. İki gazete alınca nasıl oluyordu da kurtuluyordu gazete. Yıllar geçti, Uğur Mumcu'yu kaybettik. Sonra Kışlalı'yı. Derken ben gazatede başka başka yazarları keşfettim. Babamın silah arkadaşı diye isimlendirdiğim Aydın Engin Amca. Hep sivri dilli idi. Hep ilerici, devrimci, değişim yanlısı. Tutuculuğun karşısında. Çok etkisi olmuştur duruşumda. Sonra Hikmet Çetinkaya. Yok, yok, Fettullah Gülen üstüne yazdıkları ile değil, Pazar günleri yayımlanan yazıları ile. Bana öğrettiği şairler, şiirler ile severim kendisini. Ali Sirmen sonra. "Sevgili" diye başlayan yazıları hep bana çok içten, çok güzel gelmiştir.
Gazete, beni verdiği haberler ile değil hep köşe yazıları ile kendine bağlamıştır. Hep gazetecilik, habercilik yönünü zayıf bulmuşumdur Cumhuriyet'in. Zaman içinde Radikal'de o eksikliği tamamladı. Son dört beş senedir de gazetecinin önünde durup düşünürken buluyorum kendimi Radikal mi alsam Cumhuriyet mi diye. Bazen birini bazen diğerini bazen ikisini birlikte alıyorum artık.
Geçmiş senelerde yayımlanan tam sayfa Genç Parti ilanları çok üzdü beni. O zamanlara rastlayan bir zamanda Aydın Engin ayrıldı gazeteden. Evet aslında, samimiyetle ben de artık biraz tutucu buluyordum gazeteyi. Kemalist çizgide bir tutuculuk hissediliyor köşelerde artık. Rahatsız olduğum, kızdığım zamanlar oluyor. Zaman zaman küsüyorum gazeteme. 10-15 gün almıyorum. Ama hala Cumhuriyet'in geleneğine, gücüne ve devinebileceğine inanıyorum. Nasıl 2. Dünya Savaşı sırasında, şu günlerde hiç bir Cumhuriyet okurunun onaylayamayacağı bir çizgiden, Yaşar Kemal'li zamanlara gelinmiş ise geleneğin güzeli yaratacağından eminim.
Tam da bir çok okurun kafasının benim gibi karışık olduğuna inandığım bu günlerde Hasan Cemal'in "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" kitabı yayınlandı. Doğan gurubu gazetelerinde okuduğumuz alıntılar kitabın önemli kısmını gözler önüne seriyor. Kitapta anlatılanların doğru veya yanlış olmasından öte beni ilk rahatsız eden Cemal'in söyleyiş biçimi ve anlattıkları oldu.
Kimin kimin arkasından ne dediğinin yazılması çok çirkin. Yalçın Doğan'ın Oktay Akbal mı ben mi sorusunun okur için anlamı nedir? O bunun arkasından bunu demiş, bu bunun arkasından şunu anlatımı hepimizin iş yerlerinde yaşadığı gündelik durumlar değil mi? Cumhuriyet'i gazete olmaktan çıkarıp iş yeri kimliği ile değerlendirir, yazarları da birer çalışan olarak ele alırsanız, gazetede dönen dolaplar her iş yerinde dönenlerden farklı olmaz. Sadece aktörleri hepimizin tanıdığı bildiği simalar olur.
Saldırı biçimi de ilginç Cemal'in. İlhan Selçuk gazeteyi askere sattı. Ne demek ki bu? Veya dedem yaşındaki adama, senin aydınlanman faşizimdir, senin Kemalizm'in faşizimdir, senin milliyetçiliğin faşizimdir, demek ne demek. Evet yaşı ilerlemiş Kemalistler biraz tutucu oluyorlar. Özellikle cumhuriyetin kazanımları konusunda. Evet askere biz yeni nesile göre daha yakın oluyorlar. Sahip çıktıkları kazanımların çoğunun sivil insiyatif değil askeri insiyatifin ürünü olduğu gerçeğini hangimiz yadsıyabilir. Üzücü olan gazetede İlhan Selcuk, Mümtaz Soysal çizgisinin olması değil. Ki o cizgi bizim gelceğe taşıyacağımız kökümüzdür. Üzücü olan, Radikal İki'de sosyal demokrasi, ekonomi, sanat üsütüne yazan bir çok pırlantanın gazeteye kazanılmaması değil mi? Yani gazeteyi evirecek gücü görememek üzmüyor mu sizi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder