
24 saat süren mesaiden sonra, sıcak bir duş alıp, bir kaç saat uyudum önce. Şimdi, günlerden Pazar, gün öğleyi yeni devirdi. Yağmur yağıyor, yeşil bir nehrin üstüne. Porsuk. Gazete okuyorum bir yandan, arada başımı kaldırınca, hafif buğulu camın hemen arkasında koşuşan insanları görüyorum. Çayımı yudumlarken, niye bu kenti bu kadar sevdiğimi düşünüyorum. Ali Sirmen hapiste geçirdiği kırk küsür aydan bahsediyor yazısında. Çok uzun değil mi? Sevdiğim kentte geriye kalan hepi topu sekiz ay ne kadar da uzun geliyor oysa bana. Yumurta filmini seyretmiştik geçtiğimiz hafta. Aklıma o geliyor. Tire'de, annesinin evinde, gençliğinin sokaklarında geçmişi ile hesaplaşıyordu Yusuf. Barışıyordu da denebilir. Ben her dinlediğimde Eskişehir'i, geçmişim ile selamlaşıyorum. Melih'i düşünüyorum. "Git okula, öyle seyret, dur orda, yeter" demişti burada bir sene yaşayacağımı ilk duyduğunda. Okula bir kez gittim. Okulda değil ama kentte yaşıyorum ya, o nedenle her köşeyi döndüğümde karşıma ya Ernur çıkıyor, ya Tolga selam veriyor öte yandan, Kaplan Kibele'den aldığı yeni Ezginin Günlüğü kasedini gösteriyor. Mehmet koşturuyor suboyunda, düştü düşecek. Yağmur biraz hafifledi. Olsun, Porsuk sırılsıklam. Anılarla. Saat nerdeyse iki oldu. Sevdiğim gelecekti. Nerelerde kaldı?