Mayıs ayının sonlarında ateş bacayı sardı. Almanya'da havacılık ve uzay alanındaki devlerden birinde bir pozisyon almış olmanın heyecanı bir yanda, öte yanda ise nasıl olacak da 1 Agustos'ta işe başlayabileceğim kaygısı vardı. Bugün, işe başlamamın üzerinden 10 gün geçmiş ve en son bu sabah evdeki son kartonlardan da kurtulmuş olarak, şunu söyleyebilirim ki; bu taşınma işi ilk düşündüğümüzden çok daha meşakkatli bir şeymiş. O kadar çok iş çıkıyor ki birbiri arkasına, klasik proje yönetimi teknikleri işlemez oluyor. Yok efendim o adım şuna bağlıymış, şunu şu zamana yetiştiremezsek biteriz. Bunlar tamamen kifayetsiz.
Temmuz'un son haftası "Mission Impossible" ile Ankara-Hannover uçuşumuzu yaptık. Budget'tan kiraladık diye geldiğimiz arabayı Avis'den Avis fiyatı ile teslim alınca hah dedik başlıyoruz. Kısa ve acısız Braunschweig'a ulaşıp otelimize yerleştik. Otele yerleşirken (3 büyük 2 küçük bavul ile ister istemez) Braunschweig'a taşındığımızı ve ev aradığımızı anlattık. Otelin oda fiyatından hallice apartman dairesi kiralaması biraz içimizi rahatlattı.
Ertesi gün ilk ev randevumuz için güneyde bir mahalleye gittik. Sabah 11 idi yanlış anımsamıyorsam. Türkiye'deyken telefon ile randevu almıştım. Saat 11:15 oldu gelen giden yok, Türkiye telefonlarımızdan aradık elimizdeki numarayı. Karşımızdaki teyze net bir dille "Die Wohnung ist weg!" - Ev gitti! diyerek bizi hüsrana sürükledi. Döndük şehre, ilk iş bir cep telefonu hattı almak oldu. Dersimize çalışmıştık, Türkler için satılan Ay Yıldız hattını bulmuştuk. Sonra da çok anlıyormuş gibi bir Brauschweiger Zeitung aldık. Sağolsun Nilay hocam iyi öğretmiş, ev ilanlarını anladık. Gözümüze kestirdiklerimizi aramaya başladık. Sadece bir tanesi İngilizce konuşuyordu ve sadece ondan ertesi güne randevu almayı başardık.
Öğleden sonra soluğu işyerimde aldık. Bir yandan evrakları teslim ettik, bir yandan da bundan sonra ne yapmamız gerekiyor diye ardı arkasını bir sürü soru sorduk İnsan Kaynaklarına. Sonuç olarak anladık ki ev tutmadan hiç birşey olmuyor. Sonra yabancılar dairesi, banka, sigorta, vergi dairesi diye gidiyor. Sonrasında Simulasyon Merkezine ekiple tanışmaya gittik. Birer kahve, biraz sohbet, sonrasında Simülatörler ile bir hoş geldin turu attık. A320'yi güzel güzel indirebildim fakat helikopteri yerden yere vurdum. Rabiş ise şaşkınlık içindeydi.
O akşam aynı enstitüde bir kaç senedir çalışan Mehmet ile buluştuk. Mehmet de bize burada kiracının ev değil, ev sahibinin kiracı seçtiğini söyledi. Ertesi sabah ütülü cicilerimizi giyip, işyerinden yeni aldığım personel kimliğimle çıktık müstakbel ev sahibimizin önüne. İşte o an şansımızın döndüğünü anladık. Ev sahiplerimiz yıllarca farklı ülkelerde yaşamış, üs düzey yöneticilikten emekli şirin mi şirin insanlar. Bu 1500lerden kalma binayı satın alıp renove etmişler, kiralıyorlar. Evi çok beğendik, zannedersem ev sahiplerimiz de bizi beğendi ve biz o akşam kontratımızı yapmıştık. Kontrat şerefine ev sahiplerimiz bize yemek ısmarladılar. Eksiğimizi gediğimizi sorup, Ikea'dan eşyalar gelene kadar uyumamız için şişme yatak vermeye karar verdiler.
Yabancılar dairesi pürüzsüz geçti. Sağlık sigortamızı yaptırdık, banka hesabımızı açtırdık. 1und1'de internetimizi aldık. Bu sırada kah İngilizce kah Almaca kah tarzanca olmadı Türkçe işimizi halletik. Sonrasında Ikea mesaimiz başladı. Ne gidip geldik arkadaş! Sonunda alacaklarımızı seçtik, araba ile taşıyabileceğimiz ilk grup için kasaya yanaştık. Şok şok şok! Kredi kartı geçmiyor! Nasıl yapacağız diye sordum, atm'yi gösterdiler. Girip nakit çekip ellerine saydık. Sonra da bu alışkanlığımız sürdü. Almanlar kazanmadıkları parayı harcamıyor. Nasıl bir mali disiplindir bu? Media Markt, Saturn'den Edeka gibi küçük süpermarketlere kadar herkes nakit çalışıyor.
Sonrası bol bol vida sıkmaca. Burda hakikaten iş gücü pahalı herhalde. Kendi işini yapmak pek moda. Yatak odası için 100 Avroya aldığımız halıyı döşemek için 50 Avro isteyince çok şaşırdım. İş yerindekiler hemen uyardılar herkes kendi halısını kendisi döşer diye. Youtube sağ olsun. Biz de döşedik.
Tavsiyelere uyarak bisiklet almaya bit pazarına gittik. Şansın bize güldüğü bir andı, Doğu Almanyanın ünlü bisiklet markası Diamant tarafından yapılmış, tam anlamı ile "vintage" bir bisiklet denk geldi. Pazarlıklar ile 40 Avroya anlaştık. Sonradan seri numarasından takip ederek 1985 yapımı olduğunu keşfettiğim bisikletimle 4 gün işe gidebildim. Sonra ilk ağır arızasını verdi. Şu sıralar yeni (yep yeni) bisikletlerimizi aldık, gelmelerini bekliyoruz. Diamant da bir proje haline geldi ve tamir edilmeyi bekliyor. Bu proje için bol bol youtube izleyip, kitap okuyorum. Tamir maceramdan eminim başka bir blog yazısı çıkacaktır.
Eve yerleştik, Türk marketlerini keşfedip çaydanlığımızı, beyaz peynir ve sele zeytinimizi aldık. Mahallemizin güzel fırınlarını keşfetmeye başladık. Haftada iki evin dibinde kurulan pazarı ziyarete de başladık. İşler rutine girdikçe taşınma işinin artık tamamlandığını hissediyoruz. Tam bu anda işte olanları bloga yazmanın zamanıdır dedim.