Cumartesi, Ekim 17, 2009

Barselona'nın ardından


Salı'dan Perşembe'ye Barselona'da toplantım vardı. Rabiş ile ne vakittir hayalini kurduğumuz benim iş gezilerine beraber gitme fikrini hemen devreye aldık. Nasıl olsa ben otel ayarlıyordum, iş yerine de "bir fazla bilet alın onu da ben ödeyeceğim" deyince tüm hazırlıklar bitiverdi. İtalya'ya da bize 6 ay çok girişli vize verdiği için teşekkür etmeyi ihmal etmemek lazım. Pazartesi öğlen civarı otelimize yerleştik. Vurduk kendimizi yollara. La Rambla'ya gitmeye çalışırken benim seyrüsefer sistemimdeki bir işaret hatası bizi Sagrada Familia'nın önüne götürdü. Dilimizi yutacaktık. Gaudi ile ilk tanışma her fanide aynı etkiyi mi yaratır bilmiyorum ama benim mimari algımı biraz sarstı. Gaudi ile ilgili bilahare ayrı bir yazı yazmak istiyorum. Sonrasında Rabiş'in eskilerden arkadaşı, muhteşem yerel rehberimiz Billur ile buluştuk. Sonra gelsin Tapas gitsin Sangria. Nerde Flamenko, biz orada.
Toplantılar çok uzun sürdü. Sabah 8:30 akşam 18:30 mesaisi yaptık. Bu arada Rabiş şehrin altını üstüne getirip bizi çok kıskandırdı. Bize ise akşamları ona eklenmek kaldı. Saat 10'dan önce akşam yemeğine oturana iyi gözle bakmayan Katalanlar sayesinde, akşamları uzun yürüyüşler yapma şansımız oldu. Geç bir akşam yemeği sonrasında otele zor ulaştık. Çok güzel bir şehir Barselona. Bizde, insanın hayatını nasıl cehenneme çevirdiğimizi konuştuk sık sık. Şehirde herşey insan içindi. Her kavşaktaki ışıklar, bisiklet yolları, bir yere hızlı gitmenin tek yolu olarak tasarlanmış metrosu, pazarları, meydanları, scooter ve bisikletli insanlar, parklarda koşanlar. Yahu bunların hiç biri yok Ankara'da deyip deyip durduk. Mimari içinde kaybolduk. Bol bol Paela yedik. Velhasılı döndük kendi cennetimize, daha doğrusu cehennemimize, Ankara'ya.

2 yorum:

elegimsagma dedi ki...

bol bol da tapas!

Adsız dedi ki...

Diydo, Abişim acaba neler yapıo diyerek blog'u açıp yazıyı okuduktan sonra sizi özelliklede Rabişi kıskandı gibi geldi bana ;)