İki hafta önceydi. Züleyha'nın yüksek lisans tez jürisini savuşturması ve biz mühendisler nezdinde yüksek sosyolog, sinema televizyon ve hatta iletişim uzmanı olmasını kutlamak vesilesi ile yeşil ve tombul olan alemin en şekilli arabasına doluşuldu ve ver elini Amasra. Amasra bomboş. Hava en kralından yağmurlu. Arada izin veriyor sağolsun, iki rıhtımda yürüyüp keyif yapıyoruz. Bol balık, salata ve saz arkadaşları. Derken pansiyon. Lütfiye teyzenin eski evi. Önünden geçerken her seferinde aklımda kalan mekan. İçi o kadar da içimizi açmıyor. Ortak banyo işi bir yaştan sonra yalan. Pansiyon odası da olsa, kutu gibi olsun, içinde banyosu tuvaleti olsun. Son kararımız. Sabah kahvaltısı gene Lütfiye'de. Fakat bu seferki cafe olanı. Bu çok başarılı. İnanılmaz bir sofraya kişi başı on lira ödemek yüzümüzü güldürüyor. Paramızın geri kalanını Lütfiye cafeye bırakmaya kararlıyız. Reçeller, helvalar ve lokumlar gırla. Kat be kat hediye faturası ödüyoruz. Dönüş yolunda Safranbolu. Safran alınmadan geçilmemeli. İki gramı mazallah bir maaş. Derken güzel bir çarşı turu üstüne kızılcık şerbeti ve cevizli erişte. Arabaya binmeden Safranbolu simidi almazsak olmaz. Havaya bak sen. Yağmurla yetinme sen! Bir kar vardı ki yolda, akıllara zarar. Nisan ortasında bir karış karla vardık Cankurtaran'a. Ankara günlük güneşlik.
1 yorum:
İyi yapmışsınız.. Resim sanatsal ve şık da, keşki iki de balık-salata resmi koysaydın be sağdıç, gözümüz açılırdı:)
Yorum Gönder