Ters başladı bizim de yavru vatan gezimiz. Yaz tatilinde güneş görmedim diye o kadar yakındım ki Rabik beni Fas'a götürmeye bile razıydı. Güvenliktir, kolaylıktır derken kendimizi Kıbrıs için uçak bileti alırken bulduk. ODTÜ KKK Misafirhanesinde yerimizi ayırttık, arkadaş tavsiyesi ile Başpınar'dan arabamızı ayrıttık. Derken bayram tatili geldi. Sabahında bir dolgu, bir kanal tedavisi, üstüne Pegasusun çaysız kahvesiz züğürt uçuşu ile Ercan'a akşam karanlığında indik. Umut Durak yazılı tabelası ile Başpınar'ın çalışanı karşıladı bizi. Ford Fiestamızın anahtarını verirken dönüşte arabayı buraya bırakın, anahtarı da paspasın altına bırakın diyince biz pek anlamamıştık. Sağdan direksiyona oturur oturmaz başka bir ülkede olduğumuzu hemen kavradık. Endişe ve korku dolu ilk yarım saat sonrasında şaşkınlık içinde yıllardır çok çekindiğim bu sağdan direksiyon mevzusunun ne kadar da kolay olduğunu anlatıp durdum.
Yıllardır Kıbrıs bizi bir türlü çekmezdi. Ne vardı ki adada, bol yıldızlı oteller ve bol bol kumarhane. Bunlardan bize ne? Derken ODTÜ KKK açıldı. Giden gelenden güzel şeyler duymaya başlamıştık ama gene de büyük beklentilerimiz yoktu. Güzel bir plaj bulalım, bol dinlenelim, daha ne olsun? Kampüs ve misafirhane beklentilerimizin çok üstündeydi. Sıfırdan şahane bir kampüs inşa etmişler. İlk gece biraz etrafta yürüdük. Yurt kantinlerinden birinde çay içip meraklı gözlerle etrafı süzdük. Ertesi sabah en yakın kasabaya, Güzelyurt'a attık kendimizi. Gazeteciyle ayak üstü sohbet ettik. Hoş şive ile ilk orada tanıştık. Derviş Zaim'in Çamur filminde fırlamış cümleler bize denize girmek ve kafa dinlemek için Yeşilırmak köyünü önerdi. Adanın kuzey sahilinde Rum sınırının yanı başına yarım saatte ulaştık. Yolda Lefke'nin narenciye bahçeleri bize güzel bir tatili müjdeler gibiydiler. Yeşilırmak'ta ufak bir sahil restoranında denize kavuştuk. Yanında hellimli tosta ve şeftali kebabına da. Öğleden sonra hava bozunca biraz huysuzlandık. Kasıma ramak kala öğlenleri iki üç saat pilaj keyfine şükretmeyi zamanla öğrendik.
Akşamları Kıbrıs okumaya koyulduk. Gitmezden evvel arkadaşlardan kulağımıza çalınan kelimeleri arayarak başlayan okumalar sayesinde etrafı tanımaya başladık. Ertesi gün hedefimiz Glapsidesti. Adayı kuzeyden güneye katettik. Magusa'nın uçsuz bucaksız sahili bizi bizden aldı. Bu güzelliği paylaştığımız insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Yılın yorgunluğu kuş olmuş uçuyordu omuzlarımızdan. Öğleden sonra etrafı keşfe çıktık. Eski Maraş kıyılarında dolandık. Yeni Magusa'da yemek yedik. Kale içini bulmamız zaman aldı. Hava kararmış, biz yorulmuştuk ama Venedik harabeleri ile Lala Mustafa Paşa camisi arasında kalan meydanda oturup kahvelerimizi içerken bir daha geri geleceğimizi biliyorduk.
Bisiklet kiralayabileceğimizi gitmeden öğrenmiştik. Anlatmadan olmaz. Ada İngiliz etkisi baki. Her yer İngiliz turist ve hatta adaya yerleşmiş İngilizler var. İngiltere'ye yerleşmiş adalı da çok ama gelmek istediğim yer ayrı. Ada da ihtiyaca göre şekillenmiş. Geçitköy'den Nick isimli bir amcadan Marin marka, gayet şahene durumda bisikletlerimizi kiraladık. Amca bize bir de işaretli patikaların haritasını verdi. iPhonenunuz olduğunu söyleseydiniz evden gpx dosyalarını getirirdim diye de çıkıştı. Keşke getirseymişiz, yolu çıkaramayınca, kondisyon da bizi yarıda bırakınca dönüverdik asvalt yola. Yağmurun ve bacakların izin verdiği ölçüde kıyıdan kıyıdan bir bisiklet turu yaptık. Anladık ki isteyene Kıbrıs bisiklet cenneti. Manzara şahene, yollar sakin. Kaliteli bisiklet kiralamak mümkün. Daha ne olsun!
Sonra Escape plajını keşfettik. Yazları binin üstünde insanın geldiği. Ekim sonunda ise ancak kırk elli kişiye hizmet veren güzel mekan. Yemekleri güzel, denizi güzel, yeri güzel. Derken kalan günler önce Escape, deniz, kum, güneş sonra Kıbrısı keşfetmece şekline dönüştü. Girne Bellapais Manastırı ile, Niyazi'nin tadına doyum olmayan kebapları, ortaçağdan fırlamış limanı, Kıbrıs Evinde yerel yemekleri, Hilarion kalesi ile bizi çok mutlu etti. İnsanlar hep güleryüzlüydü. Şive ve İngilizlerden kalan kalıplar bize oldukça değişik geldi. Bellapais'den Hilarion'a ne kadar zamanda gideriz diye sorduğumuz amca nın, 'üç çeyrek sürer' cevabı çok hoştu. Ara ara, yaşanır burada bile dedik. Ama yazın kesin çok sıcak oluyordur.
Lefkoşa hepsinden başkaydı. Tam bir kültür yumağı gibiydi. Türkü, Rumu, Arabı, İtalyanı, İngilizi sanki hepsi oradaydı. Her köşede hepsinden birer parça. Binalar her çeşit, insanlar bin çeşit. Uzun uzun zaman geçiremedik ama aklım kalmadı desem yalan olur. Bol güneşli günler boyu fotograf çekilesi bir kent Lefkoşa. Sınırı, sokakları, restoranları, dükkanları, hanları ve ibadethaneleri ile.
Sözün kısası Kıbrıs'ı bir haftaya ve bir blog yazısına sığdıramak çok zor. Sandığımızın aksine, çok sevdik. Gene gideceğiz. Gitmediyseniz, siz de bir şans verin derim.
1 yorum:
teşekkurler
Yorum Gönder