Geç kalmış, tam 4 sene gecikmiş olan bir işi yaptım dün. District 9'u seyrettim. Film ne kadar güzelmiş! Belgelsel formatındaki anlatım, baş rol oyuncusu Sharlto Copley'in performansı, dijital yaratımların başarısı ve hepsinin üstüne ince ince Afrika ırk ayrımcılığı tarihine göndermeler. İnsanın en büyük korkusu ötekileştirdiğine dönüşmek, filmde ötekine, yaratığa dönüştükçe insanlaşan Wikus. Siz de benim gibi yıllardır seyretmediyseniz, beklemeyin, bir fırsatını yakalayıp seyredin!
Cumartesi, Ekim 19, 2013
Salı, Eylül 10, 2013
XBMC ile geç kalmış bir tanışma
2009 yılında evlenmeden hemen önce almıştım Asus marka ev sinaması bilgisayarımızı (HTPC - Home Theater PC). Sonrasında Apple TV felan da aldık ama bir türlü kendisinden vazgeçemedik. Nitekim Almanya'ya taşınırken de çantamıza attığımız gibi getirdik. Kıymetli derken aman yanlış anlaşılmasın, paraca değil. Kendisini evlilik arefesinde biriken puanlarla edinmiştik. Üzerinde 900MHz Celeron işlemci, 1GB Ram, 80GB da disk var ama insan televizyonuna bilgisayar bağlı olmasına bir güzel alışıyor. Yıllar geçtikçe beklenen oldu, XP güncellemeleri, browser güncellemeleri, flash güncellemeleri derken 8tracks'den müzik dinlerken yeni bir tab açamaz olduk. Almanya yolculuğu öncesi ailenin bilgisayarcı erkekleri üstüne çöreklenip upgrade'e kalkıştık fakat neçar, ASUS bizim gibi üç çapulcuya pabuç bırakmadı ve hevesimiz kursağımızda kaldı. Öyle paketlemişler ki mereti zor topladık.
Ben de bu hafta sonu ne zamandır aklımdakini yaptım ve üstüne lubuntu kurdum. Sistem rahata erdi. Chrome canavar gibi çalışmaya başladı. Bende başladı bir karın ağrısı. Almanya'daki internet sağlayıcımız 1und1'ın verdiği modem sayesinde eve sonunda bir NAS (Network Attached Storage) kurmuşum, içinde her format müzik, video, resim var. Ne yapsam da sistemi yormadan şöyle en hafifinden her codec'i olan, UPnP (Universal Plug and Play) destekleyen bir yazılım bulsam derken işyerindeki gruptan arkadaşlar XBMC önerdiler. Ben nedense yıllardır bir soğuktum kendisine. Pek yanılmışım. Kolayca kuruldu, tüm codec'ler tas tamam, kullancı arayüzü cok güzel, pluginler kullanışlı. İki gündür NAS üzerinden flac dinleyip, üstüne radyo çalıp sonrasında bir divx açıp altyazıları online indiriyorum. Yapanların ellerine sağlık...
Pazartesi, Ağustos 19, 2013
Başka Bir Ülkeye Taşınmak
Mayıs ayının sonlarında ateş bacayı sardı. Almanya'da havacılık ve uzay alanındaki devlerden birinde bir pozisyon almış olmanın heyecanı bir yanda, öte yanda ise nasıl olacak da 1 Agustos'ta işe başlayabileceğim kaygısı vardı. Bugün, işe başlamamın üzerinden 10 gün geçmiş ve en son bu sabah evdeki son kartonlardan da kurtulmuş olarak, şunu söyleyebilirim ki; bu taşınma işi ilk düşündüğümüzden çok daha meşakkatli bir şeymiş. O kadar çok iş çıkıyor ki birbiri arkasına, klasik proje yönetimi teknikleri işlemez oluyor. Yok efendim o adım şuna bağlıymış, şunu şu zamana yetiştiremezsek biteriz. Bunlar tamamen kifayetsiz.
Temmuz'un son haftası "Mission Impossible" ile Ankara-Hannover uçuşumuzu yaptık. Budget'tan kiraladık diye geldiğimiz arabayı Avis'den Avis fiyatı ile teslim alınca hah dedik başlıyoruz. Kısa ve acısız Braunschweig'a ulaşıp otelimize yerleştik. Otele yerleşirken (3 büyük 2 küçük bavul ile ister istemez) Braunschweig'a taşındığımızı ve ev aradığımızı anlattık. Otelin oda fiyatından hallice apartman dairesi kiralaması biraz içimizi rahatlattı.
Ertesi gün ilk ev randevumuz için güneyde bir mahalleye gittik. Sabah 11 idi yanlış anımsamıyorsam. Türkiye'deyken telefon ile randevu almıştım. Saat 11:15 oldu gelen giden yok, Türkiye telefonlarımızdan aradık elimizdeki numarayı. Karşımızdaki teyze net bir dille "Die Wohnung ist weg!" - Ev gitti! diyerek bizi hüsrana sürükledi. Döndük şehre, ilk iş bir cep telefonu hattı almak oldu. Dersimize çalışmıştık, Türkler için satılan Ay Yıldız hattını bulmuştuk. Sonra da çok anlıyormuş gibi bir Brauschweiger Zeitung aldık. Sağolsun Nilay hocam iyi öğretmiş, ev ilanlarını anladık. Gözümüze kestirdiklerimizi aramaya başladık. Sadece bir tanesi İngilizce konuşuyordu ve sadece ondan ertesi güne randevu almayı başardık.
Öğleden sonra soluğu işyerimde aldık. Bir yandan evrakları teslim ettik, bir yandan da bundan sonra ne yapmamız gerekiyor diye ardı arkasını bir sürü soru sorduk İnsan Kaynaklarına. Sonuç olarak anladık ki ev tutmadan hiç birşey olmuyor. Sonra yabancılar dairesi, banka, sigorta, vergi dairesi diye gidiyor. Sonrasında Simulasyon Merkezine ekiple tanışmaya gittik. Birer kahve, biraz sohbet, sonrasında Simülatörler ile bir hoş geldin turu attık. A320'yi güzel güzel indirebildim fakat helikopteri yerden yere vurdum. Rabiş ise şaşkınlık içindeydi.
O akşam aynı enstitüde bir kaç senedir çalışan Mehmet ile buluştuk. Mehmet de bize burada kiracının ev değil, ev sahibinin kiracı seçtiğini söyledi. Ertesi sabah ütülü cicilerimizi giyip, işyerinden yeni aldığım personel kimliğimle çıktık müstakbel ev sahibimizin önüne. İşte o an şansımızın döndüğünü anladık. Ev sahiplerimiz yıllarca farklı ülkelerde yaşamış, üs düzey yöneticilikten emekli şirin mi şirin insanlar. Bu 1500lerden kalma binayı satın alıp renove etmişler, kiralıyorlar. Evi çok beğendik, zannedersem ev sahiplerimiz de bizi beğendi ve biz o akşam kontratımızı yapmıştık. Kontrat şerefine ev sahiplerimiz bize yemek ısmarladılar. Eksiğimizi gediğimizi sorup, Ikea'dan eşyalar gelene kadar uyumamız için şişme yatak vermeye karar verdiler.
Yabancılar dairesi pürüzsüz geçti. Sağlık sigortamızı yaptırdık, banka hesabımızı açtırdık. 1und1'de internetimizi aldık. Bu sırada kah İngilizce kah Almaca kah tarzanca olmadı Türkçe işimizi halletik. Sonrasında Ikea mesaimiz başladı. Ne gidip geldik arkadaş! Sonunda alacaklarımızı seçtik, araba ile taşıyabileceğimiz ilk grup için kasaya yanaştık. Şok şok şok! Kredi kartı geçmiyor! Nasıl yapacağız diye sordum, atm'yi gösterdiler. Girip nakit çekip ellerine saydık. Sonra da bu alışkanlığımız sürdü. Almanlar kazanmadıkları parayı harcamıyor. Nasıl bir mali disiplindir bu? Media Markt, Saturn'den Edeka gibi küçük süpermarketlere kadar herkes nakit çalışıyor.
Sonrası bol bol vida sıkmaca. Burda hakikaten iş gücü pahalı herhalde. Kendi işini yapmak pek moda. Yatak odası için 100 Avroya aldığımız halıyı döşemek için 50 Avro isteyince çok şaşırdım. İş yerindekiler hemen uyardılar herkes kendi halısını kendisi döşer diye. Youtube sağ olsun. Biz de döşedik.
Tavsiyelere uyarak bisiklet almaya bit pazarına gittik. Şansın bize güldüğü bir andı, Doğu Almanyanın ünlü bisiklet markası Diamant tarafından yapılmış, tam anlamı ile "vintage" bir bisiklet denk geldi. Pazarlıklar ile 40 Avroya anlaştık. Sonradan seri numarasından takip ederek 1985 yapımı olduğunu keşfettiğim bisikletimle 4 gün işe gidebildim. Sonra ilk ağır arızasını verdi. Şu sıralar yeni (yep yeni) bisikletlerimizi aldık, gelmelerini bekliyoruz. Diamant da bir proje haline geldi ve tamir edilmeyi bekliyor. Bu proje için bol bol youtube izleyip, kitap okuyorum. Tamir maceramdan eminim başka bir blog yazısı çıkacaktır.
Eve yerleştik, Türk marketlerini keşfedip çaydanlığımızı, beyaz peynir ve sele zeytinimizi aldık. Mahallemizin güzel fırınlarını keşfetmeye başladık. Haftada iki evin dibinde kurulan pazarı ziyarete de başladık. İşler rutine girdikçe taşınma işinin artık tamamlandığını hissediyoruz. Tam bu anda işte olanları bloga yazmanın zamanıdır dedim.
Cumartesi, Haziran 29, 2013
Niçin müzeler hayatımızın parçası değil?
Dün CER Modern'e attığım e-postayı paylaşmak istiyorum!
Merhabalar,
Merhabalar,
Ben Umut Durak. Bugun CER Modernde yasadigim ve uzuldugum ama gercekten uzuldugum bir durumu sizinle paylasmak icin bu maili yaziyorum. Saat sularinda esimi 15 dakilalik bir isi icin adliyeye birakinca, gun ortasinda kahvemi Cer'de iceyim diye muzeye geldim. Cok keyifli de oldu.Felekten bir CER caldim diye sevincle cikarken, kapidaki amca israrla benden park parasi isteyince olay patlak verdi. Ben gayri iytiyari amcacim ben cafeye bir kahve icmeye geldim dedim, Olmaz arkadas, git ozaman fis getir dedi. Cafeye donunce, beyfendi 50 liralik yemezseniz otopark fisi veremeyiz dediler.
Cok sasirdim! CERin otoparktan gelen paraya mi ihtiyaci var? CER Buyuksehir Belediyesini gibi otopark ihalesi mi yapiyor? CER yoksa otoparka 6+ TL verebilenlere mi sanat sunuyor? Otopark fisi kesen amcanin CER imaji ile uyumu bir performans gosterisi mi? Yoksa zaten Modern Sanat bendeniz gibi oglen kahvesine arabasi ile gelebilen, Divan'in fiyatlarini odeyebilen, otopark parasinin ustunu bahsis birakan elitin mi harci?
Lutfen bu serzenisimi haksiz buluyorsaniz, yurt disinda insanin muze ile iliskisini gozlemlediginizde imrenmeyin! Bir an bu maili animsayin ve lutfen o an biz neyi daha iyi yapabiliriz diye bir an dusunun. Biz nicin "modern" degiliz diye sorun? Gezi'yi dusunun. Yeniyi, yeni beklentileri dusunun. Neyi Moma'dan Tate Modern'den daha iyi yapabilirizi kurun. Sizi kohne devlet, rantci belediye ve beyaz elitden ayirani lutfen biz takipcilirinize hissettitin.
Iyi gunler...
Cumartesi, Mayıs 25, 2013
Ta ta ta tan!
Evet evet, çok uzun zamandır maruz kaldığımız o ünlü reklamdan bahsediyorum. Vatan, ta ta ta tan! Son bir haftadır beni dumurdan dumura koşturuyor. Okumadan gittim, hata ettim! Bana kalırsa çok sıradan bir problemdi. Yeni aldığım dizüstü bilgisayar HDMI çıkışını, sadece VGA girişi olan eski monitörüm ile kullanmak istiyordum. Öneri bir HDMI-DVI kablo ve bir adet DVI-VGA dönüştürücüsü almaktı. Ben de pek sorgulamadan aldım. Çalışmadı! Okudum öğrendim ki, o iş öyle olmuyormuş. Hay aksi dedim. Nette önerilen adaptörün Vatan'da olduğunu görünce bir yandan yanlış yönlendirmelerine kızarken, bir yandan da elimdekileri geri verir doğrusunu alırım diye sevindim. Bir akşam iş çıkışı güle oynaya müşteri hizmetlerini buldum. Haşa, bizde satılan mal, müşterinin burnundan getirmeden geri alınmaz! Hatta mümkün ise geri alınmaz. 10 TL'lik DVI-VGA dönüştürücüsünü geri alırken, 20 TL'lik HDMI-DVI kabloyu pinlerinden biri içine kaçmış diye geri almadılar. Oldukça sinirlendim! Geri getirilen malı yenisi gibi satmak zorundalar mı canım. Her üründe, en azından ürün kategorisinde geri getirme oranlarını belirleyemiyorlar mı? Geri gelenleri "Açık Kutu" olarak sattıklarındaki mali kayıplarını bilmiyorlar mı? Bunu niçin efendi gibi birim fiyatlara yansıtmıyorlar. İki ihtimal vardı. İkisi de birbirinden kötüydü. Bu söylediğim işleri yapmak için veri falan toplayamıyorlar, bakkal misali Türkiye'nin en büyük teknoloji marketini işletip, kanuni haklarımıza rağmen biz müşterilerini her türlü kötü deneyime müstahak görüyorlardı. Diğer ihtimal ise köylü kurnazlığı ile, geri dönüş maliyetleri hesaplayıp birim maliyetlere yansıtmalarına rağmenö yolunacak tavuktan yani biz müşterilerden ne koparsalar kardı. Bugün bu iki ihtimalin ikincisini kesin olarak eledim. 30. yılını kutlayan bu güzide teknoloji marketimiz 30. senesinin şerefine %30 indirim yapmış. Geri koparabildiğim 10 TL iade fişimle 60 TL değerindeki doğru adaptörü hazır da indirim varken almaya gittim. Yahu indirim niçin yapılır? Mal satmak için! Öyle değil mi? Kurgulanan süreç o kadar yanlış mühendislenmiş ki, inanılmaz. Stantlardaki elemanlar önce adınızı ve soyadınızı ve ürününüzü sisteme giriyor. İndirim nedeni ile normalden biraz daha kalabalık olan mağazada bilgi sistemi yükü kaldıramaz olununca stantta 10 dakika kadar bekliyorsunuz. Sonra stanttaki eleman elinde ürünle sizinle birlikte kasaya geliyor. Ürünü kasaya bırakıyor. Ortalıkta sürekli kasaya gidip gelen stant görevlileri var. Niçin? Niçin her parça ürün için?Siz ise sırada kağnıdan yavaş ilerleyen sıranın gelmesini bekliyorsunuz. İnanmazsınız Sögütözü şubesinin iki katındaki iki kasasında 10 ila 15 kişilik sıralar vardı ve üç dört kasa çalışmasına rağmen ortalama kuyruk zamanı yarım saatin üstündeydi. Ne diyeyim? Şaşırdım. Bu beceriksizlik ile bu kadar para kazanılan durumda bir şeyler yanlış değil mi?
Pazar, Ocak 06, 2013
New York Üçlemesi
Yılbaşının dört günlük tatiline yakışır ne okusam diye kütüphaneye bakarken, elim Paul Auster'in New York Üçlemesi'ne gitti. Cam Kent o kadar güzel ilerledi ki, hikaye kimin üstüne kalacaktı? Baba Stillman, Oğul Stillman, Bayan Stillman, Quinn, Henry Dark, Max Work, William Wilson derken, Auster'in evinde yapılan Don Quixote ve Cervantes sohbeti, hem hikayeyi, hem de beni açtı. Son bölümde kendini boş odaya kapattığında yiyecek bırakanı bir türlü göremeyince, karakterler gene birbirine karıştı. Quinn Auster'in yansıması ise Stillman'lar hiç yok muydu? O halde köprüden atlayan kimdi? Odaya kapandığında Quinn bu sefer oğul Stillman'ın mı yansıması oldu? Auster ise babanın mı? Yoksa bunların hepsi Auster'in kafasının içinde mi oldu? Kendinden bir Don Quixote mu yarattı? Quinn bu durumda Sancho Panza mı yoksa Cervantes mi? Kırmızı defter öte yandan hikayede başrol değilse bile en iyi yardımcı oyuncuya adaydı. Nedir bu defter takıntısı? Kafamda bu sorularla Hayaletler'e başladım. Şu ara Bay Mavi ile Bay Siyah'ı gözlemekteyiz. Bu Pazar sabahı Brooklyn Heights'da uyandık. Bay Siyah'ın arkasından biraz önce Brooklyn Köprüsü'nü geçtik. Devamını heyecanla okuyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)