The man who said 'I'd rather be lucky than good' saw deeply into life. People are afraid to face how great a part of life is dependent on luck. It's scary to think so much is out of one's control. There are moments in a match when the ball hits the top of the net and for a split second it can either go forward or fall back. With a little luck, it goes forward and you win... or maybe it doesn't, and you lose.
tr. "İyi biri olacağıma şanslı biri olayım" diyen insan hayatı anlamıştır. İnsanlar hayatlarının öenmli oranda şansa bağlı olduğu ile yüzleşmekten korkarlar. Önemli oranda kontrolün kendi elimizde olmadığı düşüncesi korkunçtur. Maç esnasıda topun fileye çarpıp havalandığı ve hangi tarafa gidiceğinin bilinemediği önemli anlar yaşanır. Az bir şans ile o top karşı tarafa geçer ve siz kazanırsınız veya geçmez ve kaybedersiniz.
Güzel bir film olmuş. Her ne kadar Woody Allen filmi olmaktan uzaksa da, filmin içinde serpiştirilmiş Allen izlerine rastlamak mümkün. Zeki Demirkubuz'un Bekleme Odası filminde kanımca becemediği Dostoyevski atıflarının bu filmde nasılda güzel yerli yerine oturduğunu görüyoruz. Bir de tabi Londra var ki, filmde çok güzel işlenmiş. Woody Allen'ın diğer filmlerinde gördüğümüz Ney York'u anlatmaktaki başarısı bu sefer Londra'yı anlatırken yinelenmiş.
Pazartesi, Şubat 27, 2006
Pazar, Şubat 26, 2006
Günübirlik Gebze seyehatleri...
Cumartesi, Şubat 25, 2006
Umut - Ezgi kardeşler sunar...
Pazar, Şubat 19, 2006
Karim Rashid Banyomda
Nazlı bugün beni Tepe Home'da Karim Rashid ile tanıştırdı. Pek sevdim adamın tasarımlarını. Temel geometriler. Can alıcı renkler. Algıyı zorlamayan bir estetik. Halılarından almak isterdi gönül. Hazır %50'de indirim varken. Tuttum kendimi. Tüketme Umut tüketme. Tamam hepsi çok güzel ama derken bir paspas alıp kaçtım Tepe'den. Paspas da banyoma yakışmış ama dimi?
Cumartesi, Şubat 18, 2006
ABD Aberdeen Proving Ground Seyahat Raporu
Çarşamba günü sabahın 6'sında başlayan maceram dün öğleden sonra 4 gibi sona erdi. Yolculuklarda herşey çok yolunda gitti bu sefer. İnanılmazdı. Uçaklar zamanında kalktı, zamanında indi. Giderken uçak bomboştu. 3lü koltukta uyuyarak gittim. Yerel saat ile 3:30'du New York'a indiğimizde. Büyükcene bir Amerikan arabası itina ile kiralandı ve ilk hedefiniz Aberdeen'der ileri nidaları ile yola koyunuldu. Toplantılarımız dünyanın topçuluk merkezi olarak tanımlanabilecek Aberdeen Proving Ground'da. Aberdeen, New York JFK hava alanından 3.5 saat kadar çekiyor. Arabada 2 şöför olması, trafik sıkışıklığı hemen hemen hiç yaşamamız falan derken inanılmaz bir şekilde saat 8'de otelde check-in yaptırmış, eşyaları odalar bırakmış en yakın barda biralarımızı yudumluyorduk.
Hafta içleri bol toplantılı geçti. Akşamları İtalyan restoranı senin, Steak House benim gezildi. Yendi, içildi. Alışverişin dibine vuruldu.
Hafta sonu için müthiş planlar yapıldı. Cumartesi, güneye inilecek. Önce Baltimore sonra Washington DC gezilecek. Pazar ise NJ'ye NBA maçına gidilecek. Sabah önce Waffle House'a ugrandı. Ekip olarak Amerikan kahvaltısının en abartılı örnekleri seçilerek sağlam bir kahvaltı yapıldı. Sonra ver elini outlet centerlar diye başladık geziye.
Hafta içi akşamları ile alışverişe doymayan bünyelerimizi alışverişe doyurduk. Ezgi'ye saat, Emrah'a saat, kendime, Utku'ya ve Turgay'a tişört sadece Nike Outlet'den yaptığım alışverişler. Bunlar toplamın onda biri desem belki aklınızda işlem hacmi hakkında bir fikir oluşur.
Alışveriş yaparken acıkan bedenleri Baltimore'a attık. Hooters (bilmeyenler için bkz. www.hooters.com ). Gizlilik ve güvenlik nedeni ile yayınlanamayan fotograflar ile Türk ekibinin Baltimore Hooters yemeği de kayda geçirildi.
Dışarı çıktığımızda ise kar çoktan başlamıştır. Ne güzel yağıyor. Birkaç fotograf çekilsek derken olayın ciddiyetinin farkına vardık. Bu karın arkası kötü derken netekim de öyle oldu.
Washington DC'yi pazara, NBA maçını ise bir başka bahara bırakmayı kararlaştırarak otele döndük. Ne olur ne olmaz diye ertesi gün restoranların açık olmama ihtimaline karşı biraz erzak alarak odalarımıza çekildik. Sabah 7 sularında uyandığımda bizi çok eğlenceli bir günü beklediğini anlamam zor olmadı. Televizyonlar bundan önce en çok bu kadar karın 2003 Şubat'ta yağdığından bahsediyorlardı. Evet ben o zaman da ordaydım. Niye ben sorularının bir anlamı yoktu. Arabayı temizlemeye koyulduk.
Daha doğrusu Haluk koyuldu. Ben sadece fotograflarını çektim.
Öğleye doğru arabaları çıkarabildik oldukları yerlerden. Yakınlardaki sahil kasabasına gidip karda ufak bir yürüyüş yaptık. Ve hafta sonu böylece tamamlandı.
Yeni hafta başladığında ise gene ardı sıra süren toplantılar sırasında hava onar derece onar derece ısındı. Perşembe günü dönerken bir kazakla gezebiliyorduk dışarıda.
Şans işte.
Gene rahat bir uçak yolculuğu sonunda dün saat 4 civarı evimdeydim.
Evim evim güzel evim. Kendime güzel bir tarhana çorbası yaptım. :)
Hafta içleri bol toplantılı geçti. Akşamları İtalyan restoranı senin, Steak House benim gezildi. Yendi, içildi. Alışverişin dibine vuruldu.
Hafta sonu için müthiş planlar yapıldı. Cumartesi, güneye inilecek. Önce Baltimore sonra Washington DC gezilecek. Pazar ise NJ'ye NBA maçına gidilecek. Sabah önce Waffle House'a ugrandı. Ekip olarak Amerikan kahvaltısının en abartılı örnekleri seçilerek sağlam bir kahvaltı yapıldı. Sonra ver elini outlet centerlar diye başladık geziye.
Hafta içi akşamları ile alışverişe doymayan bünyelerimizi alışverişe doyurduk. Ezgi'ye saat, Emrah'a saat, kendime, Utku'ya ve Turgay'a tişört sadece Nike Outlet'den yaptığım alışverişler. Bunlar toplamın onda biri desem belki aklınızda işlem hacmi hakkında bir fikir oluşur.
Alışveriş yaparken acıkan bedenleri Baltimore'a attık. Hooters (bilmeyenler için bkz. www.hooters.com ). Gizlilik ve güvenlik nedeni ile yayınlanamayan fotograflar ile Türk ekibinin Baltimore Hooters yemeği de kayda geçirildi.
Dışarı çıktığımızda ise kar çoktan başlamıştır. Ne güzel yağıyor. Birkaç fotograf çekilsek derken olayın ciddiyetinin farkına vardık. Bu karın arkası kötü derken netekim de öyle oldu.
Washington DC'yi pazara, NBA maçını ise bir başka bahara bırakmayı kararlaştırarak otele döndük. Ne olur ne olmaz diye ertesi gün restoranların açık olmama ihtimaline karşı biraz erzak alarak odalarımıza çekildik. Sabah 7 sularında uyandığımda bizi çok eğlenceli bir günü beklediğini anlamam zor olmadı. Televizyonlar bundan önce en çok bu kadar karın 2003 Şubat'ta yağdığından bahsediyorlardı. Evet ben o zaman da ordaydım. Niye ben sorularının bir anlamı yoktu. Arabayı temizlemeye koyulduk.
Daha doğrusu Haluk koyuldu. Ben sadece fotograflarını çektim.
Öğleye doğru arabaları çıkarabildik oldukları yerlerden. Yakınlardaki sahil kasabasına gidip karda ufak bir yürüyüş yaptık. Ve hafta sonu böylece tamamlandı.
Yeni hafta başladığında ise gene ardı sıra süren toplantılar sırasında hava onar derece onar derece ısındı. Perşembe günü dönerken bir kazakla gezebiliyorduk dışarıda.
Şans işte.
Gene rahat bir uçak yolculuğu sonunda dün saat 4 civarı evimdeydim.
Evim evim güzel evim. Kendime güzel bir tarhana çorbası yaptım. :)
Çarşamba, Şubat 08, 2006
Bavul hazırlama zamanı ...
Yine Umut yollara. Yolculuk uzağa. Amerika kıtasına. Bavul toplamak lazım. Pijamaları unutma Umut, sonra iç çamaşırları, çorap, kaç tane kot alsan Umut, iki kazak yeter. Allah bu tişörtler ütülenecek daha. Laptop, bilet, para, pasaport, aman diyim bir şey unutma. Sabah 5'de kalk, bir duş, bir kahve, düş yola, 8'de istanbula uç Umut. Uç Umut uç. Sonra en az 15 kez aran. Malum 11 Eylül, frenkçesi nine eleven, onu da unutma Umut. Sonra 11 20 uzaklara doğru yoldasın artık. 2 yemek 2 film 2 içki derken bir bakarsın varmışsın Umut. Ama dinlenmeyi unut. Daha 4 saat araba kullanacaksın Umut. Gezmeyi çok ama çok seviyorsun Umut. Evet, ne var seviyorum. Hepsi her seferinde heyecan veriyor bana. Kaçıncıya gidiyorum bu gittiğim yere bilmiyorum. Ama her seferinde gitme duygusunun büyüsünü yaşıyorum. Giiiiiiiiiddddddddddiiiiiiiiyyyyyyyyooooooooruuuuuuuuummmmm.....
Pazartesi, Şubat 06, 2006
Zorba
Bambaşka bir süper kayraman ZORBA the Greek, Nikos Kazantzakis'in romanından uyarlanan filmde Anthony Quinn'den muhteşem bir oyunculuk.
Filmden aklımda kalacak replikler:
How can I not love them? Poor weak creatures... and they take so little, a man's hand on their breast, and they give you all they got.
God has a very big heart but there is one sin he will not forgive; if a woman calls a man to her bed and he will not go. I know because a very wise old Turk told me.
Life is trouble. Only death is not. To be alive is to undo your belt and *look* for trouble.
If a woman sleeps alone, it puts a shame on all men.
Bir de müzikleri tabi, Mikis Theodorakis'in müzikleri.
Filmden aklımda kalacak replikler:
How can I not love them? Poor weak creatures... and they take so little, a man's hand on their breast, and they give you all they got.
God has a very big heart but there is one sin he will not forgive; if a woman calls a man to her bed and he will not go. I know because a very wise old Turk told me.
Life is trouble. Only death is not. To be alive is to undo your belt and *look* for trouble.
If a woman sleeps alone, it puts a shame on all men.
Bir de müzikleri tabi, Mikis Theodorakis'in müzikleri.
Cumartesi, Şubat 04, 2006
Hüsnü Arkan
Hüsnü Arkan, dokuzyüz elli sekizde Kınık'da doğmuş. Hukuk okumuş. Ölü Kelebeklerin Dansı ve Menekşeler Atlar Oburlar diye iki romanı ve Hiçe Doğru diye de bir şiir kitabı varmış. Hiç birini okumadım kitaplarının. Okumak lazım. Bir çoğunuz gibi ben de kendisini Ezginin Günlüğü'nden tanıyorum.
Ne güzel yazıyor, ne güzel de söylüyorsun Hüsnü hocam...
Bugün güneş doğmayacak, bugün sen çok öleceksin
Biraz düşlerine eğil, orda bir şey bulacaksın
Bugün unut mavileri, çiçeğe su verme unut
Biraz daha sen olursun, kalbindeki rengi büyüt
Her aşk kendini yaşar, çaldığın kapı kapanır sonunda
İçinde bir sen bulursun, büyümüş anlamış yorgun
Ne güzel yazıyor, ne güzel de söylüyorsun Hüsnü hocam...
Bugün güneş doğmayacak, bugün sen çok öleceksin
Biraz düşlerine eğil, orda bir şey bulacaksın
Bugün unut mavileri, çiçeğe su verme unut
Biraz daha sen olursun, kalbindeki rengi büyüt
Her aşk kendini yaşar, çaldığın kapı kapanır sonunda
İçinde bir sen bulursun, büyümüş anlamış yorgun
Perşembe, Şubat 02, 2006
Ünol Büyükgönenç
Eskilerda kalmış bir sima. Ersan ile Cem Karaca ile bir çok güzel işe imza atmış yetmişlerde. Kendi yaptığı şarkılar ise hep içimde bir yerlere dokunmuş, çoşkuyu, hüznü ve umudu yaşatmıştır bana. Yıllar sonra yeniden buldum şarkılarını. Durup durup dinliyorum. Dostlarıma yolluyorum. Beraberce dinniyoruz.
Ne güzel de söylüyor, "Güzel günler göreceğiz diye". Evet, evet, Nazım'ın Nikbinlik şiirine yaptığı şarkıdan bahsediyorum.
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! Çocuklar kim bilir
ne harikuladedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...
Bilge'nin deposu
BİLGENİN DEPOSU. Evet, Bilge de artık bir blogcu.
"BİLGE İMAMOĞLU'NUN ÇEŞİTLİ VESİLELERLE ÜRETMİŞ BULUNDUĞU VE SANAL OLARAK SAKLANMA ŞANSI OLAN HERŞEYİN İSTİFLENECEĞİ VE GÖRÜŞ VE BEĞENİYE AÇILACAĞI BİR ORTAMI NİYET EDER.." diye açıyor blogunu. Hayırlı olsun. Hepimize.
"BİLGE İMAMOĞLU'NUN ÇEŞİTLİ VESİLELERLE ÜRETMİŞ BULUNDUĞU VE SANAL OLARAK SAKLANMA ŞANSI OLAN HERŞEYİN İSTİFLENECEĞİ VE GÖRÜŞ VE BEĞENİYE AÇILACAĞI BİR ORTAMI NİYET EDER.." diye açıyor blogunu. Hayırlı olsun. Hepimize.
Çarşamba, Şubat 01, 2006
Ne kadar çok dizi seyretmişiz...
A list of favorite TV series Tevhide'nin sevdiği dizilerin içeren bir sayfa. Bir göz atın. Ne çok dizi seyretmişiz. Kimilerinin afişlerine bakarken sizde kendinizi annamsız bir şekilde gülümserken bulacaksınız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)