Hazır tez kopyalarını dağıtmışken, jüriden önce biraz soluklanmak amacı ile kendimi şehir dışına atayım dedim. İlk hedefim
Şimşirlik'ti. Yok efendim yer yoktu, yok efendim yağmur yağıyor derken kendimi Kapadokyada buldum. İyi de oldu. Çok özlemişim. Göreme'de kalındı. Her türlü taş iştina ile gezildi. Geçen seferlerde gitmediğim, Kızılçukurda güneşi batırdık. Bol bol GPS ile oynadım.
Ümit sağolsun, GPS'ini vermişti, oyuncaktır abi sen seversin diye. Çok sevdim. Ben de en yakın zamanda GPS alacağım. Nesi mi hoşuma gitti? Ne zaman dünyanın neresinde olduğunun kaydını tutma fikri. Oyuncak işte :).
Avanos da pek eğlenceli idi. Önce Sofra diye bir restorana gidip testi kebabı yedik. Kebap muhteşemdi. Bir hürmet bir hürmet sormayın. Pek güzel bir yer. Hükümetin tam karşısında. Tavsiye ederim. Kebap yerken yan masada çayını yudumlayan yaşlı amca ile bir sohbet başladı ki sormayın gitsin. Gardiyan Mustafa Amca. 82 yaşında. Hikaye gırla. Gençliğinde başladı anlatmaya. Yemekten sonra
Mehmet Körükçü'nün yolunu tuttuk. Mehmet usta topraktan vurmalı çalgılar yapıyor. Çayını içtik, sohbet ettik, yeni yaptığı aletleri denedik. Deymeyin keyfime.
Pazar günü ilk iş Ürgüp'e gittik. Uzun uzun Ürgüp manzarasına karşı gazete keyfi yapıp,
Tuna Sarıkaya'dan şaraplarımızı alıp Ürgüp seferimizi tamaladık. İsmini duymuştum ya daha önce gitme fırsatım olmamıştı Mustafa Paşa köyüne. Bu sefer erinmeyeceğim deyip vurdum arabayı köyün yoluna. Öncesinden de duymuş okumuştum, şirin bir eksi Rum kasabası diye. Gitmeyenlere ısrarla tavsiye ederim. Bambaşka bir atmosferi var kasabanın. Yıkık dökük bir Rum köyü, tüm sakinliği, dinginliği ve ihtişamı ile orda duruyor. Sokak aralarında dikkatli dinlerseniz Rumca kelimeler çarpıyor kulaklarınıza. Yukarıdaki fotografta da gördüğünüz gibi kemerli, sütunlu eski taş binaları sizi kasabayı keşfe davet ediyor. Esnafı çok cana yakın. Bir kaç tane de pansiyonu var. Bir dahaki sefere Mustafa Paşa'da kalınacak. Öyle gezmeye de çok hacet yok. Durulup dinlenilecek.