Pazar, Ağustos 26, 2007

İmroz'dan Asos'a

Tatilin ikinci haftasında İmroz (Gökçeada) ve Asos ve çevresinde gezindik. Gökçeada'ya Barba Yorgo'nun web sitesindeki etkinlik sayfasını okuduktan sonra karar verdik. Bizim orada olcağımı tarih olan 15 Ağustosta dünyanın çeşitli yerlerindeki bir çok Tepeköy'lü Rum Meryem Ana bayramı için köylerine geliyorlardı. Adaklar kesiliyor, yemekler yapılıyor, mezarlar ziyaret ediliyor, akşam köy meydanında yemekler yeniyor içkiler içiliyor, oyunlar oynanıyordu. Gittik ordaydık hepsi oldu. Sadece Tepeköyü değil Zeytinli ve Dereköy'ü de gezdik. Mübadelenin dışında kalan Gökçeadanın yıllar içinde nasıl terk edildiğini, terk ettirildiğini gördük. 2000 haneli köylerde şimdi sadece 50 hane yaşıyor. Kalan Rumların sadece yaşlıları. Bir çoğunun hikayesini orada edindiğimiz, adada yüzyılın başından 70'lere kadar süren Rum kültürünü, yaşayış tarzını derlemiş olan çok değerli bir sözlü tarih çalışması ürünü olan Gökçeada: Sıradan İnsanların Öyküleri kitabından okuduk. Kahvelerini içtik. Tatlılarını yedik. Bazıları ile selamlaşıp hoş beş ettik, bazılarının terslenmelerini sineye çektik. Şaraplarını içtik, etlerini yedik, oyunlarını seyrettik. Kulağımıza çalışnan her Rumca kelime ile, her köşenin arkasındaki estetiği ve özeni ile sizi büyüleyen Rum evleri ile, başka bir yerde olduğumuzu iliklerimize kadar hissettik. İnsanoğlunun birlikte yaşayamama inadına her nefes alışımızda küfrettik.
90'ların başında adaya yerleştirilen Bulgar göçmenler bir sörf okulu açmışlar. Rumlar ile yaşadığım kültür şokunu üstümden atamadan, Sörf plajından Bulgar hocadan İngilizce sörf kiraladım. İlk gün Alaçatından oldukça farklı olan açık deniz, deli rüzgar ortamında boardun üstünde durmakta biraz zorlandım. İkinci gün efendi olup rüzgarın sakinleşmesini bekledim. Sonra da efendi efendi gezindim. Rabia'da taktı 300mm teleyi makinaya çekti fotograflarımı. Bir sürü sörf fotografım oldu. Torunlara göstermek için.Derken ver elini Asos. Kadırga koyu. Tertemiz deniz. Geniş alan. Sakinlik, kitap, bira. Etrafı keşif turları. Egenin birbirinden güzel manzaralı gezdikçe inatla bizi kovaladırlar. Bir sürü fotograf çektik. Antik limana gidince orda kalmaya özendik. Taş otelleri de campingleri de çok beğendik. Behramkale'ye çıkınca yok yok aslında bir daha geldiğimizde burada kalalım dedik. Buram buram tarih kokusunun içinde bir kasaba.
Gel zaman git zaman. Körle yatam şaşı kalkar mı desem... Yok aslında kızın hakkını vermek lazım. Rabia'nın içindeki cevher ortaya çıktı. Bir sürü güzel fotografımı çekti. Atena Tapınağında güneş batırdık. Gene eski insanların zevklerine dükün olmalarından dem vurduk. Dünya azıcık insan varken kesin çok ama çok güzel bir yerdi. Ne kadar yaşanacak yere gitsek orada bir antik kent, bir sunak, bir tapınak.
Listede son olarak Küçükkuyu'nun iki köyü vardı. Adatepe ve Yeşilyurt. Ben daha güzel köyler görmedim. Çamın kokusu zeytine karışırken, Ege ayaklarınızın altında sonsuz bir halı gibi seriliyor. Karşıdan Midilli size el sallıyor. Verimli topraklarda mutlu güleryüzlü sevecen insanlar. Kahvelerde lafladık. Dar sokaklarında dolandık köylerin. Taşmektep'te soluklandık. Her güzel yere gittiğimizdeki gibi gene Adatepe'ye olmadı Yeşilyurt'a yerleşme hayelleri kurduk. Küçükkuyu'ya olmadı Altınoluk, Güre dolaylarından 1 dönüm zeytinlik denk getirsek türküsü çığırdık. Kuzey Ege'nin tadına doyduk. Herkeze tavsiye olurnur.

1 yorum:

Serendipity dedi ki...

Umuutcum yaaa! Blogu okudum. Dedim ki Mora yandı ben görmeden. Bu dünyanın kalanı da kül olmadan, kalanlarala bir nefes çekmeli denizden, dağdan. Belki de bi zeytinlik edinmeli. Fotograflara bayıldım. İçinde olmayı istedim. Hay Allah, Ege'yi özleyerek bitireceğiz bu günü de!