İnsanlar yeterince haksızlığa uğradığında yeterince dövüldüğünde çocuklar, insanlığa saldırırlar. Acı, adaletsizlik ve vicdansızlıkla yeterince hırpalandığında kendi kendini imha eden bir organizmadır insanlık.Zorunlu ev istirahatı sürecinde, bir yandan uzaktan iş yerine destek, bir yandan akademik "back log"umu temizlerken, bir yandan da bol bol okuyorum. Ece Temelkuran'ın Venezuella'da gördükleri, yaşadıkları, tanık oldukarını anlattığı kitabı "Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita"yı dün aldım. Ne zamandır okuma niyetim vardı, fırsat bu fırsat dedim. Okunası bir kitap. Olur mu canım, hangi çağdayız, sistemin, global neo-libaralizmin bileği bükülürmüymüş dediğimiz zamana dair uzak ülkelerin insanlarının deneyimlerinin bir harmanı. Başka bir dünya yaratma uğraşısınına dair gözlemler...
Çarşamba, Eylül 26, 2007
Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita
Salı, Eylül 25, 2007
Bisiklete bu sezonluk veda...
Pazar gün Yalıncak'ta bisikletten düştüm. Önce yok birşey, bir kaç güne geçer falan derken garson faturayı getirdi. Sol bilekte ufak bir çatlak (2 hafta atelde sarılı kalacak), sağ omuzda, bisepste zorlama (2 haftaya birşeyi kalmaz), bir hafta istirahat. Bu demek oluyor ki bu sezon bisiklet olayımız bitti. Herkes benden bu performansı bekliyormuş fakat inanmazsınız ilk defa vucudumun biryeri alçıya alınıyor. Neyse bekliyoruz geçsin. Spor yapılacak ise, sakatlanma riski göz alınacak. Ama alınabilecek tüm tedbirler alınarak. Kaskım kafamdaydı. Uzunca kalın bir pantolon giyiyordum ama kendime kızdığım bir şey var, dirseklik takmaya üşendim. Ne mi oldu, kolumda gereksiz sıyrıklar. Bunlar önlenebilecek olanlardı. Umarım 2 hafta sonra düz koşular ile yeşil sahalara dönerim...
Cuma, Eylül 21, 2007
Dokunmak
"Aynılaşmak", evet... Kitlesel olan herşey aynılaşmaya başlar.
Bu aynılaşma içinde çok küçük şeyler aynılığı kırar.
"Sessiz Mırıltılar"
Küçük şeyler "sessiz mırıltılar" olarak, köşe başında, bir duvar dibinde, yol üstünde, bazan bir kumsalda, bazen bir merdiven üstünde, çölün boşluğunda, dağların üstünde, kendini hissettirir. Hissedilen, görme değil dokunma isteğidir çıkanların karşısında. Belki de en insani duygu "dokunmak".
Dokunmak... Mesafesiz bir dünya, belki de "ütopya"!
Altmışlı yılların gençliği bu "ütopya"yı inşa etmenin hayalini kurdu. Hayatın her alanında. Belki de büyük hayellerin altında örtük yatan tek birşey vardı, "dokunmak"Edward RUCH, İz, No:11
Dennis Stock'un fotografları var İz dergisinin bu sayısında (No:11 2007/5). Dokunmak başlığı altında bir yazı ile sanattıçının 60lar ve 70ler Amerikasından seçme fotografları sunulmuş. Yazıda, fotografların, ve aslında fotografta sunulanın, yani 68 gençliğinin ütoyayı inşa etme inancı ile yaşama dokundukları anlatılıyor. Fotograflar, dokunana dokumamızı sağlıyor.
Pazartesi, Eylül 17, 2007
Yaşamdan kesitler
Jim Jarmush'u seviyoruz. Dün gece Night on Earth filmini izledim. Çok güzel, çok naif bir filmdi. Aynı anda dünyadaki 5 ayrı şehirden taksi hikayeleri. Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki. Ben en çok New York hikayesini beğendim. Taksi şöförümüz Winona Ryder L.A. hava alanından casting işi yapan afilli bir ablamızı (teyze desek daha doğru) alır arabasına. Ryder aslında tamirci olmak isteyen ama malum, hatun olmasından dolayı tamirci olamamış, sürekli sigara içen, ağız dolusu küfreden bir taksi şöförü iken, teyze, tayyörünün içinde, sürekli cep telefonu ile konuşan, ful makyaj bir Holywood karakteridir. Aralarında evlenme, sigara gibi konular birçok muhabbet geçer yolda. İnince teyze Ryder'a oyunculuk teklifinde bulunur, Ryder da yok ben almıyayım der naif bir biçimde, hayatım gayet yolunda gidiyor, bir derdim yok diye de ekler. Tüm herkesin Holywood!da oyuncu olmak isteyeceğini zanneden teyze için şaşkınlık içinde kala kalır. Filmin müzikleri Tom Waits'den ve hakkaten şahaneler. Ben çok beğendim. İzlemeyenlere tavsiye ederim.
Pazar, Eylül 16, 2007
Meydan Savaşı
Cumartesi dizüstüne yeni sistem kurayım. Ne zamandır da (3 yıl oldu zannedersem) aynı sistemi kullanıyorum diye başladım çalışmaya. Sıra virüs yazılımına gelince bir farkettim, benim masa üstünün virüs programı, avast , çalışmıyor. Çalıştırdım yeniden. A a, hata verip kapandı. E uninstall da olmuyor. Çok güzel. Avast'ın sitesinden, avast kaldıran programcığı indiripm, temiz bir kaldırma işlemi gerçekleştirdim fakat bir daha kurmak mümkün değil. Ben gene anlamım durumu, Anti-Vir indirdim onu da kurmadı, AVG indirdim onu da kurmadı. Ve bir farkettim ki bilgisayarım anti virüs programlarının çalıştırılabilir dosyalarını kopyalamaya izin vermiyor. Ne mi oldu, nette içime sinen bir çözüm bulamayınca vurdum gözüne formatın. Tertemiz sistem kurdum. Üstüne Avira Anti-Vir virüs programı, Comodo Firewall ve Microsoft Windows Defender anti-spyware kurdum. Yok öyle pek adetim değildi, anti-spyware ve harici firewall kullanmak ama nasihat, musibet çarkı işledi. Bakalım el mi yaman, bey mi? Daha bir ay omamıştı üstündeki sistemi kuralı. Yazık değil mi zamanımıza canım? Daha dikkatli olmak lazımmış. Anladım.
Salı, Eylül 11, 2007
Edith Piaf
Küçücük esmer bir kadın
Kadife sesiyle
Acıları çiçeğe dönüştürürdü
-Ne çok hüzün bıraktı geriye
Kan ve terle ödenen bir masal
Şarkı söylemedi ki hiç
Sıcak nehirleri döktü üzerimize
-Hediye dağıtır gibi hüzün dağıttı Dünyaya!
Allah ve Tango, Özkan MERT
Cumartesi gecesi Edith Piaf'ın yaşam öyküsünü anlatan Kaldırım Serçesi (La Vie En Rose) filmine gittik. Uçlarda yaşanan hayatı, sıradışılığı, yeteneği hatta inanılmaz olmayı, yaşamayı, parçalanmayı sunmuş film, otuza yakın da şarkı eşliğinde. Karışık bir kugusu olduğu için izleyiciyi sıkmıyor. Kurgu bir yandan sizin Piaf ile özdeşleşmenizi, onu sevmenizi, acımanızı, hayran olmanızı engellerken, bir yandan da merak uyandırmayı ve sürükleyici olmayı başarıyor. Filmi izlerken Özkan MERT'in yukarıdaki Edith Piaf için yazdığı şiiri geldi aklıma. Buyrun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)