Perşembe, Ağustos 31, 2006
Safranbolu - Amasra Gezi Notları
Yeri gelmişken. Pazar günü de Hamburg'a uçuyorum. 10 günlük bir iş gezisi. Hamburg maceralarım burda, bu blogda, çok yakında... :)
Pazar, Ağustos 27, 2006
Emekli öğretmenimin sözlerine kulak verin...
... Sonra,” Ey Özgürlük !” “Aldırma gönül” ,“Sivastopol”, “Türkiyem” “Memleketim” nağmeleriyle, üzüm, arpa, ahlat sularıyla göklere yüksel. Demokratiklik adına kitle örgütlenmesi yolunda; kös kös otur, en sivri dille eleştir. Kır dök. Daha sonra bu siyasetle olmuyor. Bu liderle olmuyor, o liderle olmuyor. Haydi sende gel katıl. Yok ben şimdi almayayım. Gazım var. ...
... Tarım üreticilerinde durum:Karadeniz bölgesinde fındık kurdu türedi. Fındıklar Ankara sokaklarına sığındı. Ege ve marmara da; Zeytin sineği çoğalmış, ben, Dikili, Ayvalık, Gömeç, Burhaniye ve Edremit basın organlarının yalancısıyım. Fındıklar sığınacak yer buldular, Zeytin sinekleri nereye sığınacak merak ediyorum...
...Halk söylemiyle niyetler;” kabak gibi” ortada. Ulus Devlet yerine; Etnik, dini ve bölgesel ayrım temelinde küçük küçük yönetilebilir devletçikler yaratmak olduğu ortadadır. Özgürlük kahramanlarına kol kanat geren, besleyip büyütenler tanrı Dağlarıyla, Hira Dağı arasında sıkışıp kalmışlardır...
Cumartesi, Ağustos 26, 2006
Ne doğan güne hükmüm geçer
Ah! Ne doğan güne hükmüm geçer,Ellerine sağlık Emel Sayın ve Timur Selçuk'un. Emel Sayın Münir Nurettin Selçuk Söylüyor diye bir albüm hazırlamışlar. Dün gece rastladım ideefixe'de dolaşıp yeni neler var diye bakınırken. Bügün hemen koşup aldım Dost'tan. Emel Sayın'ın billur gibi sesinden Münir Nurettin klasikleri. Neleri söylemişler ki; Ne Doğan Güne Hükmüm Geçer, Aziz İstanbul, Erdi Bahar, Endülüste Raks...
Ne halden anlayan bulunur.
Ah! Aklımdan ölüm geçer,
Sonra bu bahçe, bu nur, bu kuş...
Ve gönül Tanrısına der ki:
"Pervam yok, verdiğin elemden,
Her mihnet kabülümdü,
Yeter ki, gün eksilmesin, penceremden."
Tutamadım kendimi yazıya Cahit Sıtkı'nın şiirinin adını verdim. Ne kadar güzel geliyor Cahit Sıtkı, Ümit Yaşar, Yahya Kemal Münir Nurettin'in ezgileri ile. Dinletenlerin ellerine sağlık yeniden.
Salı, Ağustos 22, 2006
Gece Melek ve Bizim Çocuklar
Pazar, Ağustos 20, 2006
Datça notları...
Ama Eski Datça'nın hakkını bermek lazım. Eski Datça, Datça merkeze benim tahminin 4-5 km uzakta, denizden içerde küçük bir yerleşim. Taş evleri saran begonviller arasında yürürken büyüleniyorsun. Can Yücel'in evi de bu yerleşim de. Tam mezarının başında anma yapılırken biz de evine gittik Can Yücel'in. "İyi ki vardın" dedik ve döndük. Bir de karar verdik bir daha Datça'ya gelinir ise illa ki de Eski Datça'da kalınacak.
Cumartesi, Ağustos 19, 2006
Tekne tatili notları...
İlk olarak tüm gezimiz boyunca bizi misafir eden Archipel isimli teknenin sahibi, kaptanı Ender'e burdan selam etmek istiyorum. Ender Kaptan uzun yıllardır artık içselleştirmeye başladığım "işini seven esnaf yokyur" yargıma inat işi hem çok iyi hem de çok severek yapan bir kaptan.
Tekne'nin en keyifli yanı teknenin önünde, arkasında, sağında, solunda ikli, üçlü, çoklu yapılan sohbetlerdi. Bir elde bira bir elde sigara ne olacak türk sinamasının halinden fen lisesi anılarına uzanan uzun sohbetler.
Bunun yanında geceleri mehtap altında uyumak, sabah yüzünü yıkamak için denize girmesi, gün boyu çakır keyif dolaşması, birbirinden güzel koylarda yapılan şnorkeller, tutulan balıklar, içilen rakılar da cabası. Her gün birimiz diğerlerine "kesin tekne almamız abi" uzun konuşmalar yaptı. Kaptan artık bize olmaz koçum bakamazsınız sor olur demekten yorulmuşken fikrimiz değiştirdik ve koy almaya karar verdik.
-Kaptan bu koyu kaça alırız?
-40-45 milyara bağlarız Mehmet
-E ne duruyoruz alalım inince, Datça'da koy'umuz olsun.
Perşembe, Ağustos 17, 2006
Bozcaada Notları
Sözlükte "feribotla yanaşırken pek sevimli gelmeyecek size boz bir ada göreceksiniz karşınızda, anlata anta bitiremedikleri ada bumu diyeceksiniz" temalı bir yazı vardı ya biz ancak son vapuru yakalayabildiğimiz için gece gördük adayı ilk. Feribottan inince sokaklar kendine çekti bizleri. Arabayı, eşyaları pansiyona bırakıp attık kendimizi limandaki bara. Sonradan öğrendikki adadaki tek bar da burası. Tüm geceler aynı mekanda sonlandı.
Ertesi sabah aylardır doyasıya denize girmemiş olmanın motivasyonu ile plaja sürdük atımızı kahvaltıdan hemen sonra. Unutmadan hemen yazayım kaldığımız pansiyonda (Kale Panisiyon) kahvaltı çok güzeldi. Kahvaltıda sorduk pansiyonun sahiplerine nerede denize girilir adada diye. Ayazma diye bir plaj var ama bu gün pazar çok kalabalık olur dediler, siz en iyisimi şemsiye alıp koylardan girin diye de salık verdiler. Biz genede bir kalabalığını görelim diye Ayazma'ya gittik bir de ne görelim adalının kalabalık anlayışı ile metoropol insanınınki arasında uçurumlar. Ayazma hakikaten güzel bir plaj. Uzun bir kumsalı var. Yannız ufak bir problemi var adanın denizinin. Çok soğuk. Ben egenin suyuna alıkınımdır bana bile çok soğuk geldi.
Ayazma'da denizin ortasında bir kayalık var. Oraya kadar yüzdük. Ayaktakiler biziz. Ayazma dışında bir çok irili ufaklı koy var. Gidenlere Akvaryum koyuna'da uğramalarını tavsiye ederim.
Yemek içmek pek keyifli idi adada. Naif bir ege mimarisi içinde zeytinyağlılar, balıklar, şaraplar. Borani, ebegümeci, deniz börülcesi, normal börülce, asma yaprağında sardalya hepsinden yedim. Hepsi güzeldi.
Son olarak da rüzgar santralinden bahsetmek istiyorum. Bazı makinalar fetiştir ya hani. Seyretmeye doyamazsınız. Bunlarda onlardandı. Kocaman ama hakikaten kocaman pervaneler, üzerelerine vuran rüzgar ile dönüyorlar. Sadece dönseler iyi birde rüzgarla birlikte bir şarıkı söylüyorlar. Çok hoş bir rüzgar sesi vardı. Adaya gidenler erinmesinler gidip görsünler derim.