Pazar, Nisan 22, 2007
Engellere Rağmen
Ankara Resim Heykel Müzesinde Serdar Bilgili'nin (evet evet doğru okuyorsunuz, eski Beşiktaş başkanı) fotograf sergisi var.30 Nisana kadar sürüyor. Son bir hafta. Kaçırmayın. Fotograflar çok güzel. Teknik bir değerlendirme mi? Ne haddime. Teknik olarak hiç bir hatası olmayan fotograflarda, engellilerin egelleri iç acıtan bir şekilde değil, gerçek üstü bir vurgu ile sunulmuş. Engeller, gerçekliğine varmanız ile şekilleniyor. Yitimin varoluşu sunuluyor. Başarılı.
Mutluluk filmi üzerine...
Mutluluk filmi üzerine çok yazıldı, konuşuldu. Takip etmeye çalışmıştım söylenenleri fakat filmi izleme fırsatı bulamamıştım. Dün seyrettim. Filmin anlattıları üzerine yazmak istemiyorum çok. Töre cinayetleri. Feodal yapıda, karanlığın içinde kadının yokoluşu. Töre. Cehalet. Kulluk. Aydınlanmanın ışığı söndürüldükçe, söndürülmeye çalışıldıkça daha çok göreceğiz bunları. Recmedilen kadınların isimlerini televizyonda dinlerken suça ortak olacağız. Bundan yazmak istemiyorum işte. Bugünlerde nedendir bilinmez çok katıyım. Karanlık ve cehalet üstüne konuşmaya başladığımda önüne geçemediğim bir şekilde hırçınlaşıyorum.Filme dönersem, güzel olmuş. Var ufak tefek sarkan oyunculuklar. Özgü Namal'ın muhteşem performansına rağmem algım bir türlü onu tecavüze uğramış kadın postunun içine yerleştiremedi. Tam bu noktada tartışmak istediğim noktaya yaklaşıyoruz. Film konusu itibarı ile Yılmaz Güney'in öncülüğünü yaptığı gerçekçi Türk sineması'nın geç bir örneği olmaya namzet. Türk sinemasında son yıllarda Nuri Bilge Ceylan gibi örneklerde görmeye alıştığımız güçlü görsel dil bu filme de bulaşmış. Köyü, denizi, İstanbulu bir görsel ziyafet şeklinde sunuyor Abdullah Oğuz bize. Fakat Axcess reklamlarında oynayan kızımız performansı ile değil ama duruşu ile gerçekçi olamıyor. Konuşulan dil, şive, öğrenilmiş ve öğrenilmişliğini bağırıyordu. Ekşi sözlükte filmle ilgili "çok lüks bir restoranda adana kebap yemeye benzemiş" yorumu var. Düşününce üstünde biraz katılmamak elde değil. Çok lüks restoran bana kalırsa filmin görselliği, adana kebap da konusu. Bu ikisinin bir ten uyuşmazlığı vardı filmde alttan alta rahatsız eden. Ama umutluyum. Çok güzel işler çıkıyor Türk sinemasından. Kendimize özgü bir anlatım oluşmaya başlıyor. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge, Derviş Zaim'in başını çektiği kervana Abdullah Oğruz da katılıyor. İzlemediyseniz, bir kaç saatinizi ayırıp seyretmeniz tavsiye ederim filmi. Eğrisi ile doğrusu ile bizim sinemamızın güzel bir örneği.
Pazartesi, Nisan 16, 2007
Raftingden heyecanlı anlar...
Pazar, Nisan 15, 2007
2. Geleneksel Rafting Turumuz
Bu seneki rafting turumuzu da yaptık. Pek keyifliydi. Bu sefer sayımız da artı. Mehmet, Nart ve Arda'yı da ekibe ekleyerek bu sene yedi kişi olarak botu doldurduk ve Dokuzdeğirmen köyünden saldık kendimizi melenin sularına. Karadenize doğru kürek çektik. Deneyimli raftingciler olarak hedefimiz bu sene en azından bir defa daha Dalaman olur, Köprülü olur hatta Çoruh olur bir tur daha düzenleyebilmek. Melen çayının "durgun" suları bizi kesmedi. Şamil sağolsun, picassa hesabı üstünden tüm fotograları ve videoları sizlerle sunuyoruz. Buyrun.
Çarşamba, Nisan 11, 2007
Zen ve Yemek Yapmak üzerine...
Hep yemek yapıyoruz ya bugün gene yaptım. Pizza yaptım. Fırında kaşarlı taco hazırladım. Şarapları da koydum kadehlere. Sonra da aldım makinamı elime fotografladım olanı biteni. Yaparken güldük eğlendik. Yerken mi? Bakın nasıl da mutlular? Fotografta Rahmi'nin blogunda başlayan tartışmaya katkıda bulunmak için yaptığım deneyin sonuçlarını görüyorsunuz. Niçin (zahmetli) yemek yapıyoruz? Hem yemek yaparken, hem de yerken mutlu oluyoruz. Atıştırmak, sırf karnımız doyurmak için değil de özene bözene yaptığımız, çoğunlukla da daha zahmetli yemeklerde sonuç daha lezzetli olduğu için daha mutlu oluyoruz. Deneyimledim, fotografladım. Mutluluğa olan içgüdüsel eğilimimiz yüzünden (zahmetli) yemek yapıyoruz. Ne dersiniz?
Hız ideolojidir...
Çağımız büyük altüst oluşlar çağı. Hemen her şey bağımsız bir varoluş peşinde. İlişki içerisine giren ötekini yok sayarak kendini var kılmaya çalışıyor. Artık bir arada iş yapabilmenin yerini, giderek kendi başına varolmak alıyor. Bunun için birey her türlü aracı yaşamsal ve olağan sayıyor. İnsanlığın yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu edindiği etik, estetik, ideolojik değerlerinin yerini her şey olma iddiası alıyor. Şeyleşme insanın temel değerlerine hâkim kılınıyor.
Haydar Ergülen'i bugün Radikal gazetesinde yayımlanan yazısından.
Pazartesi, Nisan 09, 2007
Bilin bakalım...
Tarhana çorbası üzerine, Zitromax (500mg'lık kallavi antibiyotik), Becozyme-C ve Strepsils'in o dayanılmaz lezzeti. Bilin bakalım ne oldu. Bahara girerken bademcikleri şişirdik. İş mi bu? Mehmet tüm suç senin abicim. Koştuktan sonra yemeğe giderken sen polarını giydin, bak sen de bi numara yok. Oğlum adam arkadaşını uyarmaz mı?
Pazar, Nisan 08, 2007
Yaşam üzerine...
Ferzan Özpetek'in son filmi. Bir Ömür Yetmez. Film yönetmenin son bir kaç filminde görmeye alışkın olduğumuz şeyleri sunmayı sürdürüyor. Dostluklar, aşklar, büyük yemek sofraları, bol şaraplı sohbetler, her biri hayatın içinden özenle çizilmiş ve oynanmış karakterler. Senaryo gene hayat içinde beklenmeyeni anlatıyor. Beklenmeyen bir ölüm, beklenmeyen bir aldatma ve dostluklar içinde paylaşılan "zor"ları yaşamın. Filmde bir yandan yukarıdaki karedeki grubun yaşamını izlerken bir yandan kendinizinki geliyor aklınıza. Mutlu oldum. Ben de böyle büyük masalarda, yıllardır taşıdığım, birlikte büyüdüğüm, yaşlandığım dostlarımla gülüyorum, ağlıyorum, susuyorum, anlatıyorum, bağırıyorum. Hepsine, hepinize teşekkür ederim. Bizim bu masamızdan başka neyimiz var. Veya, hayattı paylaşabileceğimiz insanlar ile birlikte yaşamaktan gayrı ne derdimiz var.
Cumartesi, Nisan 07, 2007
Kadınlar Şehri
Fellini'yi anlamak, anlamamak, anladığınız zannetmek, "Bir gün ben de bu adamın yaptıklarını anlayacağım ulen" diye entellektüel bir hırsa gark olmak. Ne zaman bir Fellini filme seyretmeye çalışsam bunların hepsi geliyor başıma. Bu seferki hedefim Kadınlar şehri - La città delle donne idi. Rüyalardan rüya beğen konulu filmimizde, gerçeküstücülüğün doruklarında geziyorsunuz. Göndermeler göndermeleri izliyor. Bir kaçını anlayınca kendinizi mutlu hissediyorsunuz. Feminizmden maçoluğa uzanan çizgide cinsellik sorgulanıyor. Filmde birbirini takip eden planlarda, ne konu ne ortam sürekliliği var. Her bir plan Fellini'nin muhteşem hayal gücünün ürünü. Her biri için tonla para harcanmış olması lazım. Film boyunca her planda ben de kendimi sorguladım. Zannedersem filmin en ünlü sahnesi filmin kahramanı Ole Snaporaz kadınlardan kaçarken sığındığı evde, evsahibi Dr. Xavier Katzone birlikte olduğu kadınların fotograflarını ve seslerinin sunulduğu hol sahnesidir. Yahu ben böyle bir holde olsam, evsahibi hakkında ne düşünürdüm, sorusu gerçekten çok zordu. Film bir yandan "erkekleri hadım edelim" diye hepbirlikte şarkı söyleyen onlarca feminist kadın ile birlikte olduğu binlerce kadının fotografını ve seslerinin kolleksiyonunu yapan fantastik karakterler arasından salınırken, bir yandan sizi de kendisi ile birlikte sallıyor. Sizde gündelik koşturmaca içinde kendinize sorma fırsatı bulamadığınız bir çok soruyu düşünürken bulyorusuz kendinizi. Velhasıl, seyredenler, seyretmeyenler, bu yazı ile bu filmi bir daha anımsayıp seyredin emi?
Salı, Nisan 03, 2007
Doğuda herşey usul usul birikir ve ansızın olur
Biraz önce Murathan Mungan'ın 2004'te çıkan romanı Çador'u bitirdim. Bugünlerde Cumhurbaşkanlığı etrafında dönen tartışmalar ile çok güzel örtüşüyor kitap. İslam devriminden sonra ülkesine dönen bir delikanlının hikayesi anlatılıyor romanda. Milliyeti belli değil ama İran olur, Irak olur siz beğenin. Kitapta geçen "Doğuda herşey usul usul birikir ve ansızın olur" Cumhuriyet gazetesinin "Tehlikenin farkıda mısınız?" reklamından daha fazla ürküttü beni.
Murathan Mungan kitabından türban tartışmalarına da müdahil olmuş. Nasıl mı? İşte kitaptan bir alıntı; "Burkaya giden yolu çador açar. Çador, ninelerimizin masum başörtüsü değildir yalnızca. Kafalarımızdaki köprüdür. Örtünmek bir ahlak haline getirildiğinde arkası gelir; karara karara gelir. Örtünmenin sonu yoktur. Kadınlar kefene kadar örtünmek zorunda kalırlar."
Dili, anlatımı ve anlattıkları ile gene çok güzel bir Murathan kitabı. Tavsiye olunur.
Murathan Mungan kitabından türban tartışmalarına da müdahil olmuş. Nasıl mı? İşte kitaptan bir alıntı; "Burkaya giden yolu çador açar. Çador, ninelerimizin masum başörtüsü değildir yalnızca. Kafalarımızdaki köprüdür. Örtünmek bir ahlak haline getirildiğinde arkası gelir; karara karara gelir. Örtünmenin sonu yoktur. Kadınlar kefene kadar örtünmek zorunda kalırlar."
Dili, anlatımı ve anlattıkları ile gene çok güzel bir Murathan kitabı. Tavsiye olunur.
Pazartesi, Nisan 02, 2007
Sanat, zanaat, ustalık ve ozanlık üzerine...
Bilge'nin bir önceki yazıma olan yorumu üzerine benim de aklımda bir soru belirdi. Hakikaten niye "usta" kelimesini kullandım diye. Ha eve,t ben de farkındayım, ilk ben değilim Aşık Veysel'e veya Arif Sağ'a usta diyen. Ama gene de bir anlam çatlaması yaratıyor mu bu atıf, asıl mesele bu. Sonra açtım kutsal bilgi kaynağımız wikipedia'yı okumaya koyuldum. Yok efendim "Craft" (zanaat), "Art" (sanat), "Folk Art" (Halk Sanatları) derken meseleyi çözdüm. En azındann çözüm hakkında bir fikir sahibi oldum. Bakalım sizler ne diyeceksiniz.
Wikipedia der ki; hak sanatları güzel sanatlardan farklı olarak zanaat geleneğini sürdürür. Bu bağlamda halk sanatları, icra ettiği sanat dalında çok az veya hiç bir akademik eğitimi olmayan kişiler tarafından bir bölge veya kültüre özgü oturmuş üretim yöntemlerini kullanarak icra edilirler. Zannedersem biz de bu noktada ozanlara ki ozanları halk sanatçısı saymakta bir sakınca görmüyorum "usta" lakabını uygun görüyoruz. Ne dersiniz?
Wikipedia der ki; hak sanatları güzel sanatlardan farklı olarak zanaat geleneğini sürdürür. Bu bağlamda halk sanatları, icra ettiği sanat dalında çok az veya hiç bir akademik eğitimi olmayan kişiler tarafından bir bölge veya kültüre özgü oturmuş üretim yöntemlerini kullanarak icra edilirler. Zannedersem biz de bu noktada ozanlara ki ozanları halk sanatçısı saymakta bir sakınca görmüyorum "usta" lakabını uygun görüyoruz. Ne dersiniz?
Ustaları dünya gözü ile görmek...
TDK sözlüğünde diyor ki usta bir zanaatı gereği gibi öğrenmiş olan ve kendi başına yapabilen kimseye denir. Sanayileşme ve ilişkili devinimler sonucunda hepimizin gözleri önünde bazı zanaat dalları yok olup gitmekte. Bu zaanat dalları da sanmayın ki sadece kakmacılık, semecilik, demircilik. Ozanlık da bunlardan biri. Ustalar bir bir göcüp gittikçe zanaatlerde yok olup gitmekteler. Bir daha bu ülkede Ali Ekber Çiçek'ler, Neşet Ertaş'lar, Feyzullah Çınar'lar, Özay Gönlüm'ler, Arif Sağ'lar yetişir mi bilmiyorum. Elimden geldiğince kalan ustaları seyretmeye dinlemeye çalışıyorum. Geçen Cumartesi de bu istek ve arzu ile Arif Sağ konserine gittim. Çok güzel oldu, çok. Erinmeyin arkadaşlar, yitirmeden ustaları, dinleyin, görün, bizlere sundukları güzellikleri paylaşın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)