Cumartesi, Aralık 31, 2005
Müze gezisi ...
Yılbaşı öncesi babam ile müze gezmesine çıktık. Önce eve en yakın olandan başladık. ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi yeni binasına gittik. Çok güzel bir müze olacak. Olacak diyorum çünkü hala hummalı bir çalışma sürmekte gibi gözüküyor. Daktilolardan, fotorgraf makinalarına, eski bilgisayarlardan agrandizörlere kadar bir çok ilginç parça sergleniyor. Yapı da cok güzel olmuş. emeği geçenlerin ellerine sağlık.
İkinci durağımız Çengelhan Rahmi Koç Müzesi oldu. Çengelhan oyuncaklar ile dolu. Özellikle oyuncak trenlerin her çeşidi var. Çeşit çeşit lokomotifler, vagonlar, istasyonlar. İnsan ayrılamıyor başlarından. Oyuncak meraklılarına tavsiye olunur.
Son durağımız da Resim Heykel Müzesi idi. Müze tadilat nedeni ile kapalı idi. Müzenin kendi kolleksiyonunu görme şansımız olmadı fakat 66. Devlet Resim ve Heykel Sergisi vardı. Sergide geniş bir resim ve heykel kolleksiyonu sergilenmekte. Hepsi birbirinden güzel çağdaş sanat örnekleri. Zamanınız olursa gezmenizi öneririm. Sergi Ocak ayının 20'sine kadar açık. Özellikle alt katta sergilenmekte olan özgün baskı örnekleri beni çok etkiledi. Ağşap, metal, sayısal baskının bir çok başarılı örneği sunulmakta. Çağdaş sanatın bu güzel yapıtlarının segilendiği bu sergiyi, Resim Heykel Müzesi diğer adı ile eski Türk Ocağı gibi cumhuriyet tarihinin önemli binalarından birinin içinde gezmekten büyük bir keyif aldım.
Bu gezide Ankara'dan ve Ankara'da yaşamaktan gene büyük mutluluk duydum.
Perşembe, Aralık 29, 2005
Mantık dışı bir yaratık!
Alper Fidaner Tenedos'ta bir aydır her perşembe fantastik Türk filmleri gösteriyor. Bu hafta Turist Ömer Uzay Yolunda'yı gösterecekti. Hazır da işim yokken (gelişme raporu bitti ya sanırsın doktorayı bitirdim, öyle bir havalardayım ki sormayın), gittim seyrettim. Şahane. Gene yarıla yarıla güldük. Adamlar öncelikli olarak kompiter mevzunu çözmüşler. Gemideki kompiter, gezegendeki kompiter aynı mimariye sahip. Özellikle ayar kollarının uçlarına dikkat ederseniz, teknolojinin tabi ki o zaman ulaştığı son nokta olan bidon kapağı malzemesinden yararlanılmış. Ayrıca o zamanla daha monütör icad olmadığı için literatürde Electronic Data Display (EDD) diyi biline teknolojinin de orijini aydıger kağıdın arkasından yakılan ampülmüş. Bir de tabi ışın tabancaları ve ışınlanma sahneleri var. Kompiterler o zaman sadece sorulan sorulara cevap verebilmekteler. Öyle kompiter kullanrak animasyon, filme müdahale yapılamadığı için, kurguda yönetmen abim bir fiil filmi kazıtmak vasıtası ile bu efekleri oluşturmuş. Ben film başladığında etrafımdakilere takılıyordum, bu otomatik açılan kapıları arkadan adamlar açıyordur diye, fakat o kadar ile kalsa iyi, kapı açılma sesi olan fııııışşşşşşşttttt sesini de insan çıkarıyormuş.
Hepsini çok seviyoruz, tüm fantastik Türk filmlerini. Canaravarlarını, kompiterlerini, robotlarinı, profesörlerini, şeytanlarını, varmpirlerini hepsini ayrı ayrı :)
Sparkettin olum şurdan iki çay söle bize hadi koçum benim..
Çarşamba, Aralık 28, 2005
Bir sömesterin daha sonuna geldik :)
Zannımca güzel bitti, ilerlediğimi hissediyorum tezde. Darısı gelecek dönemlere.
Sırada ne var. Rapor bastırılacak, hocalar dağıtılacak, sunum hazırlanacak ve gelişmeler tez izleme komitesine anlatılacak.
Yorgun hissediyorum kendimi. Hem de çok. Bayram tatilini iple çekiyorum.
Cumartesi, Aralık 24, 2005
Beliz'in Fotografları
Media Player diyor ki...
Ne zamandır aklımda, yazmak niyetindeydim. Hiç WMP'ın sizin için hazırladığı playlistleri incelediniz mi? Bir kaç tanesi benim çok ilgimi çekti. Haftasonları dinlediklerim, hafta içi dinlediklerim ve hafta içi dinlediklerim gibi. Evde çoğunlukla Media Player üzerinden müzik dinlediğimi düşünürsek, acaba bu listelerde benim çok da bilinçli olarak yapmadığım tercihleri çıkarabilir miyim? Bir nevi müzik zevkim hakkında veri madenciliği.
Bir bakalım neler dinliyormuşum.
Haftasonları
- Audrey Hepburn - Moon River
- Tolga Çandar - Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler
- Hale Gür - Zeybek
- Woody Allen - Everyone says i love you
- Charles Aznavour - Ca Passe
- Madeleine Peyroux - Dance Me to the End of Love
- Burdur Türküleri - Feracemi Al Isterim
Hafta İçi
- İdil Üner - Güneşim
- Norah Jones - Sunrise
- Tülay German - Tombalacik Halimem
- Zuhal Olcay - Ayrılıkta Sevdaya Dahildir
- Dave Brubeck - Take Five
- Denizli Türküleri - Ag Elime Mor Kinalar Yaktilar
- Brenna McCrimmon - Saniyem
Geceleri
- İdil Üner - Güneşim
- Norah Jones - Above Ground
- Tülay German - Tombalacik Halimem
- Woody Allen - Everyone says i love you
- Tolga Çandar - Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler
- Tolga Çandar-Kimseye Etmem Şikayet
Şimdi sıra daha akıllı sonuçlar elde edebileceğim soruları nasıl sorarımın cevabını bulmakta. Mesala saat bazında en çok dinlediklerim. Son bir yıl, bir ay, bir hafta top 10 listeleri. Genre bazında en çok dinlediklerim. Her hangi bir adamın en çok hangi şarkısını dinliyorum sorularını nasıl sorabilirm media player'a.
Cuma, Aralık 16, 2005
what a wonderful world :) ve gün güzel başlar ...
Pazartesi, Aralık 12, 2005
Müzik Zenginliğimiz
Pazar, Aralık 11, 2005
Cumhuriyet ve Hasan Cemal üstüne düşünceler
Sonra Hasan Cemal olayları yaşandı. Çok algılayamadım neler olduğunu. Ama sevdiğim yazarlar gazeteden ayrıldı. Bizimkiler gazeteyi almayı bıraktılar. Sonra gene birşeyler oldu ve yazarlar geri döndü. Bu sefer de duygusal okuyucu kitlesi bir değil iki gazate almaya başladı, gazeteyi kurtarma, sahip çıkma arzusu ile. Nedense onu da çok anlamamıştım. İki gazete alınca nasıl oluyordu da kurtuluyordu gazete. Yıllar geçti, Uğur Mumcu'yu kaybettik. Sonra Kışlalı'yı. Derken ben gazatede başka başka yazarları keşfettim. Babamın silah arkadaşı diye isimlendirdiğim Aydın Engin Amca. Hep sivri dilli idi. Hep ilerici, devrimci, değişim yanlısı. Tutuculuğun karşısında. Çok etkisi olmuştur duruşumda. Sonra Hikmet Çetinkaya. Yok, yok, Fettullah Gülen üstüne yazdıkları ile değil, Pazar günleri yayımlanan yazıları ile. Bana öğrettiği şairler, şiirler ile severim kendisini. Ali Sirmen sonra. "Sevgili" diye başlayan yazıları hep bana çok içten, çok güzel gelmiştir.
Gazete, beni verdiği haberler ile değil hep köşe yazıları ile kendine bağlamıştır. Hep gazetecilik, habercilik yönünü zayıf bulmuşumdur Cumhuriyet'in. Zaman içinde Radikal'de o eksikliği tamamladı. Son dört beş senedir de gazetecinin önünde durup düşünürken buluyorum kendimi Radikal mi alsam Cumhuriyet mi diye. Bazen birini bazen diğerini bazen ikisini birlikte alıyorum artık.
Geçmiş senelerde yayımlanan tam sayfa Genç Parti ilanları çok üzdü beni. O zamanlara rastlayan bir zamanda Aydın Engin ayrıldı gazeteden. Evet aslında, samimiyetle ben de artık biraz tutucu buluyordum gazeteyi. Kemalist çizgide bir tutuculuk hissediliyor köşelerde artık. Rahatsız olduğum, kızdığım zamanlar oluyor. Zaman zaman küsüyorum gazeteme. 10-15 gün almıyorum. Ama hala Cumhuriyet'in geleneğine, gücüne ve devinebileceğine inanıyorum. Nasıl 2. Dünya Savaşı sırasında, şu günlerde hiç bir Cumhuriyet okurunun onaylayamayacağı bir çizgiden, Yaşar Kemal'li zamanlara gelinmiş ise geleneğin güzeli yaratacağından eminim.
Tam da bir çok okurun kafasının benim gibi karışık olduğuna inandığım bu günlerde Hasan Cemal'in "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" kitabı yayınlandı. Doğan gurubu gazetelerinde okuduğumuz alıntılar kitabın önemli kısmını gözler önüne seriyor. Kitapta anlatılanların doğru veya yanlış olmasından öte beni ilk rahatsız eden Cemal'in söyleyiş biçimi ve anlattıkları oldu.
Kimin kimin arkasından ne dediğinin yazılması çok çirkin. Yalçın Doğan'ın Oktay Akbal mı ben mi sorusunun okur için anlamı nedir? O bunun arkasından bunu demiş, bu bunun arkasından şunu anlatımı hepimizin iş yerlerinde yaşadığı gündelik durumlar değil mi? Cumhuriyet'i gazete olmaktan çıkarıp iş yeri kimliği ile değerlendirir, yazarları da birer çalışan olarak ele alırsanız, gazetede dönen dolaplar her iş yerinde dönenlerden farklı olmaz. Sadece aktörleri hepimizin tanıdığı bildiği simalar olur.
Saldırı biçimi de ilginç Cemal'in. İlhan Selçuk gazeteyi askere sattı. Ne demek ki bu? Veya dedem yaşındaki adama, senin aydınlanman faşizimdir, senin Kemalizm'in faşizimdir, senin milliyetçiliğin faşizimdir, demek ne demek. Evet yaşı ilerlemiş Kemalistler biraz tutucu oluyorlar. Özellikle cumhuriyetin kazanımları konusunda. Evet askere biz yeni nesile göre daha yakın oluyorlar. Sahip çıktıkları kazanımların çoğunun sivil insiyatif değil askeri insiyatifin ürünü olduğu gerçeğini hangimiz yadsıyabilir. Üzücü olan gazetede İlhan Selcuk, Mümtaz Soysal çizgisinin olması değil. Ki o cizgi bizim gelceğe taşıyacağımız kökümüzdür. Üzücü olan, Radikal İki'de sosyal demokrasi, ekonomi, sanat üsütüne yazan bir çok pırlantanın gazeteye kazanılmaması değil mi? Yani gazeteyi evirecek gücü görememek üzmüyor mu sizi?
Gülsiye
Bir omuzdan bir omuza saçları
Bir omuzdan bir omuza suçları
Ne sorgusu biter
Ne gözyaşları
Hikmet Çetinkaya'nın bu günkü yazısından alıntı. Arif Karakoç'dan bir şiir ...
Cumartesi Günüm - 0:36 AM (Pazar)
Cumartesi, Aralık 10, 2005
Cumartesi Günüm - 9:44 PM
Evet, kış akşamı, yazmıştım, Aralık ayı. Daha eğlenceli bir şey yok yapılabilecek. :)
Cumartesi Günüm - 7:12 PM
Cumartesi Günüm - 9:45 AM
Pek bir sıkıcı bu günler. İlla ki sürekli gezelim, eğlenelim değil ama Aralık ayları, hem kış olması ve gün ışığının kendisini bizden sakınması, hem de Tez izleme Görüşmesi hazırlıklarım nedeni ile hep çok tekdüze, az yaşanan, hiç yaşanmayan gibi geliyor bana. Bu sıkıcı Aralık'da bir Cumartesi'yi nasıl yaşayacağım görelim bakalım.
8:15 AM Uyan
Yatak keyfi, yarı uyur yarı yanıklık. Bu vumartesi nasıl geçese planları.
8:45 AM Yaktaktan çık
Yatağı düzelt, evi havalandır, ortalığı toplan sonra banyo faslı
9:15 AM Kahvaltı
Çay demle, yengen hazırla, internetin başında Radikal, Sözlük vs. okuyarak kahvaltı, sonra çay ve bir çay daha
9:45 AM Blog
Evet, evet, şimdi yaptığım şey bu.
9:53 AM Çalışmaya başlıyorum
Design and Development of a Reusable Trajectory Simulation Suite, tezim yani
Çarşamba, Aralık 07, 2005
Sarı Çiçek Sarardıyı Dağları veya Bir Malatya Türküsü
Sarı Çiçek Sarardıyı Dağları
Kırmızı Gül Bezerdiyi Bağları
İkimizin Gün Görecek Çağları
Ölenecek Bana Bir Dert Eyleme
Ben Seni Severim Sen De Seversen
Kör Olasın El Sözüne Uyarsan
Diyar-ı Gurbete Gider Kalırsan
Ölenecek Bana Bir Dert Eyleme
Dinlemek isteyenlere Figen Genç'in Nazende Sevgilim albümünü tavsiye ederim. Albüm tükenmiş ama insaların elinde kopyaları, mp3'leri var. Albüm tümüyle muhteşem ama bu türkü bambaşka güzel yorumlanmış. İnsan dinledikçe büyüsüne kapılıyor, dinledikçe daha bir çok seviyor türküyü.
Yanlış anımsamıyorsam türküyü Arif Sağ'dan da dinlemiştim fakat bir daha aradım bulamadım. Farklı yorumlarını bilenler paylaşırlarsa çok mutlu olurum.
Cuma, Aralık 02, 2005
Mutfak çekmecelerinden internete
Bengisu'nun Mutfağı Benim Küçük Mutfağım Bereketli Olsun Binnur'dan Türk Yemekleri Bir Tutam Baharat Bizim Pastane Burcukuşu Cimcime Çilek Suyu Damla'nın Günlüğü Derya'nınGüncesi Dilek'ce Diyet Yemekler Elçin'in Mutfağı Estelle & Sarah Ev Cini Ev Perisi Gelincikler Hanife Hayatın Tadı Hülya Yılmaz La Cocina de Nilay Lezzetin İzinde Marifet Teyze Mekanımız Mutfak Mor Çilek Mutfaktakiler Mutfakta Zen Obur Kedi Özgül'ün Sofrası Pastacı Paylaşılan Tatlar Peynir Gemisi Pınar's Blog Portakal Ağacı Semaver Sonsuz Nimet Tarçın'ın Mutfağı Tea Time Tuhfe'nin Sayfası Yemek Cini Yemek Günlüğüm Yemek Keyfi Yemek ve Biz Yemek Zevki Yeşim'in Mutfağı Yogurt Land Zeytin Ağacı Zeytin Dalı
iki lafın belini kırmak! veya Didem'in blogu
Blog işine bir arkaşımız daha heveslendi. Ne mutlu. Hoş geldin blog dünyasına Didem.
Perşembe, Aralık 01, 2005
Umut'un Günlüğü
Ağlayan Çocuk
Şamil veresiye satan - peşin satan'ı bloguna koyunca bana da çocukluk günlerimizin hüzün timsali ağlayan çocuğu koymak düştü.
Resim hakkında kısa bilgi;
ressamı bragolin olarak tanınan bruno amadio'dur. 1985'de yanan bir evden tek kurtulan şey bu tablo olur. hakkında pek yeterli bilgi bulunmayan bu tablo, "cry boy", "the crying boy" ya da "die weinenden jungen" olarak bilinir.
Pazartesi, Kasım 28, 2005
Babam ve Oğlum
nefis bir film. izlerken sarsılıyorsunuz ama sessizce; hıçkırma sarsıntısı mı, yoksa gülmenin verdiği bir sarsılmamı, işte bunlar iç içe geçiyor.
karakter çözümlemeleri o kadar doğal, acele etmeden ve yarım bırakılmadan yapılmış ki, film bittiği zaman acaba şimdi ne olacak diye sormaktan çok, egenin o köyündeki bu insanların gerçekliğini sorgulamaya başlıyorsunuz. ailenin iç dinamikleri senaryoda güzel yazıldığı gibi, çok güzel oyunculuklarla süslenmiş. zaten oyuncu kadrosundaki bazı isimler üzerine bahsetmeye bile gerek yok. filmin çekildiği yerler ege'nin ruhunu çok güzel yansıtıyor.
basit, sade ve belki de sıradan bir öykünün inanılmaz bir kurgu, anlatım ve oyunculukla insanın duygularına saldırdığı, türk sinemasının klasikleri arasında yerini alacağından emin olduğum film. filmdeki duygu akışını, kaynar sudan çıkıp buz gibi sulara girmek ve bu hareketi sürekli tekrarlamak olarak özetleyebiliriz.
benim de sana diyeceğim şeyle vaa. ben konuşmayı bilemem; sen benim oğlumsun canımdan öte cansın. bu gader diycem, gerisini sen anlayıve gaari...
öğreten, hatırlatan, bir de buradan bak dedirten film. anladık ki ''anne olmaya hazırlanırken alınan derin nefeslerin iç acıtışıyla başlayan ürpeti, dedenin torununa sarılması sırasında gözlerden damlarmış, sonrası kelimeye dökülemez, onca insanın içinde hıçkırıklarını tutarak yaşanırmış... ''. oyuncu karakterine ancak bu kadar hayat verebilir sanırım. ''hüseyiiiiiiiin'' en fazla bu kadar güldürerek hüznü bir kenara itebilir. bir de görüyoruz ki her hadiseyi omuzuna ilk alan yine kadın. toparlayan, çekip çeviren... yüreğinden damlayan yaşı gözünde tutan ama yüzü gülen. emeği olanlara ne mutlu...
sevdiğim insanları, kaybettiğim insanları, kaybetmekten korktuğum insanları düşündüren, düşündürdükçe ağlatan film.
anne ben geldim, üstüm başım
uzak yolların tozlarıyla perişan
çoktan paralandı ördüğün kazak
üzerinde yeşil nakışlar olan
anne ben geldim, yoruldum artık
her yolağzında kendime rastlamaktan
hep acılı, sarhoş ve sarsak
şiirler çırpıştıran bi adam
kurumuş kuyunun suyu,
incirin sütü çoktan çekilmiş
bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
ayrık otları, dikenler bürümüş
kapıdaki çıngırak kararmış nemden
atnalı ve sarmısak duruyor ama
oğlum, mektup yaz diyen
sesin hala kulaklarımda
anne ben geldim, ağdaki balık
bardaktaki su kadar umarsızım
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne ben geldim, oğlun, hayırsızın
Perşembe, Kasım 24, 2005
Herkes Seni Seviyorum Der
Herkes Seni Sevşyorum Der bir Annie Hall veya Manhattan değil. Öyle bir derdi de olmamış zaten. Film boyunca aşklar, ilişkiler ve hayat hakkında büyük laflar söylenmiyor. Müzikal olmasının verdiği güçle eğlencenin dozu hep yüksek. Evin küçük kızlarından birini oynayan Nattalie Portman'ın (daha o zamanlar 14'ünde) ağlarken bile benim aşkla işim bitti diye şarkı söylemesi insanı pek eğlendirmekte. Merak ettiğim başka bir husus ise nişan yüzüğü alma sahnesinde Edward Norton My Baby Just Cares for Me söylerken, kariyerindeki en matrak sahnesininde oynadığının farkında mıydı?
Salı, Kasım 22, 2005
yalnız, yaşayacaksın; yalnız yaşayacaksın...
senin tutkularını: onları, hep, yaşayıp yaşayıp,
unutacaksın.
yalnız, yaşayacaksın; yalnız yaşayacaksın...
Pazartesi, Kasım 21, 2005
Gevende
Eve gelir gelmez bir web siteleri var mı diye baktım. Var. http://www.gevende.com/ .Siteden 3 şarkılarının mp3'ü indirilebiliyor. Bir de klipleri var "Nem" isimli. Tavsiye olunur.
Pazar, Kasım 13, 2005
Arabamı Satıyorum!
Evet, arabamı satıyorum. 2000 Model Ford Fiesta Flair, klimalı, az yakar, problem çıkarmaz, vardır ufak tefek boyanan ve değişen yerleri, bunları çok kendine dert etmez. Biz niye mi ayırıyoruz yollarımızı, ben Ford'un optimum araba felsefesinden, Alfa-Romeo'nun fetiş araba felsefesine geçiş yapmak istiyorum çünkü. Neyse, sahibinden.com, mynet.com, gittigidiyor.com, arabam.com, Hürriyet ve Sabah gazetelerine ilan verdim. Bakalım araç satışı işini becerebilecek miyim?
Cuma, Kasım 11, 2005
Lars von Trier ve Sevin Okyay
Bu yazının başlığında Lars von Trier olması sadece Manderlay ile ilgili olan yazımla ilgili. Bu filmi seyretmeden bir ay kadar önce COGİTO 'nun dördüncü sayısını aldım. Bu sayının başlığı "AŞK"tı. Degide en ilgimi çeken yazı Sevin Okyay'ınki oldu. Yazının ilk cümlesi diyordu ki, dünyada sağlıklı tek bir ilişki vardır: Köle-Efendi ilişkisi. Tam Sevin Okyay'ın bu cümlesi kafamı kurcalarken seyrettim Manderlay'i. Film aklımdaki sorulara yeni sorular ekledi.
Sevin Okyay'ın yazısına geri dönersek, Sevin Hanım diyor ki köle-efendi ilişkisi, tarafların net olarak tanımlandığı, hem bu ilişki içindeki rolünü, hem de haddini bildiği bir ilişkidir, ve devam ediyor, üstelik acıdır ki bu ilişki ille de efendiler tarafından empoze edilmez, çağımızda köle-efendi ilişkisi, gönüllü kölelerin omuzları üstünde yükselmektedir. Eşitlik herkesin ideailidir. Ve bir ideal olarak kalmaya da mahkumdur. Eğer tepeden inme bir rejim tarafınadan bastırılarak kabul ettirilmemişse. Bu cümlelerin üstüne hemen akla filmdeki Grace'in verdiği dersler ve derslerde gansterlerin silahları ile kabul ettirmeye çalıştığı eşitlik ve demokrasi söylemleri akla geliyor. Yazı devam eder. Eşitlik tahammul edilmez bir şeydir. Herkes diğerlerinden daha eşit olmak ister. Sadece eşit olanlar köle düzeyine iner, daha eşit olanlar efendilik mertebesine çıkar. Gene film aklıma geliyor. Yüzlerini silah zoru ile karaya boyamış eski efendilerin zencilere yemek dağıttığı sahne.
Sevşn Okyay'ın bu yazıdaki odak noktası aşk ve ilişkiler. Diyor ki; bütün insani durumlar için geçerli olan köle-efendi ilişkisi aşki duramlarda geçerliliğin ötesine geçer. Nerdeyse kaçınılmaz hale gelir. İki kişi birliktedir. İkisi de ilişkisinin istikbali açısından, hatta sırf saadet daim kalsın diye, yekdiğerini hoş tutar.. değil elbet. O zaman bu, en azından, kabul edilmiş genel geçer hali ile aşkın ideali gibi birşey olurdu. Bırakın gözükara, tutkulu, efsanevi aşkları; efendi, haktanır, kadirşinas bir ilişki bile, enderi nadirattan artık. Ama buna rağmen beraberiliker, ebediyen olmasa da devam ediyor. İnsanlar, birlikteliklerinin her türlü desteğini müsrifçe tüketmiş gibi göründükleri hallerde bile yekdiğerinden ayrılmıyor. Nasıl oluyor, öyleyse? Çünkü taraflardan bri köle diğeri efendi. Aslında kimin köle ve kimin efendi olduğu da, hayli tartışmalı bir durum. Köle efendi ilişkisinde, efendi tembel. Köle ise, efendye bağımlı, onun isteklerini yerine getiriyor, çalışıyor. Efendi ise, çalışmak zahmetine katlanmıyor. Köle açısından dezavantajmış gibi görünen durum aslında büyük bir avantaj. Çünkü kölenin gayreti, ters yönde bir bağımlılık doğurur. Yani ikisinden hangisi güçlü diye soracak olursanız, ...
Yani ikisinden hangisi güçlü diye soracak olursanız, sorar mıyız? İlişkilerdeki köle efendi durumunun da sorumlularu efendiler midir? Hangimiz efendiyiz? Ne zaman? Yoksa köle olmanın gücünü mü kullanırız? Trier'in Amerika eleştirileri ile ilişkilerimize bakar mıyız? Bakmalı mıyız?
Biz de ilişkilerimizde benliğimiz ve eşimizi resimdeki ilandaki gibi açık artırma ile satar mıyız ?
Sorular, sorular ve sorular ...
Manderlay
Trier'in Amerika - Fırsatlar Ülkesi üçlemesinin ikinci filmini de seyrettim. Daha önce de bir çok sefer olduğu gibi gene bir Trier filminin çıkışında, filmdeki görsel şölenden, anlatımdan, dilden serhoş olmuş bir şekilde ama ama ne şimdi bu adamın duruşu diye kalakaldım.
Hikaye Grace'in bu sefer de köleliğin sürdüğü bir çifliğe demokrasi ve özgürlük götürme isteğini seyrettim. Cümleyi böyle kurunca Amerika'nın Irak'a, Afganistan'a demokrasi ve özgürlük götürmesine ne kadar da benzedi. Evet, tabi ki böyle bir kavramsallaştırma var filmin arkasında ama benim asıl paylaşmak istediğim soru, tüm iktidar çelişkileri, efendi ve köle arasındaki karşılıklı bağımlılık pek güzel anlatılmışken filmde, yazılar geçerken ki o gösteri de ne idi?
Nerde duruyor Trier? Filmde ne de güzel veriliyor bir çok çelişki. Efendinin köleye, köle olarak kulanmasının yanında onu özgürleştirilmesinde kendine biçtiği rol. Öğreten adamlık. Özgürleştiricilik. Demokrasi götüren sihirli el olarak efendi egosonu beslemesi. Kölenin ise köleliğin kötülüğünü kullanarak kendini acındırmasının yanında varoluşu, seçimleri ve temel yaşama ihtiyaçlarını sağlama sorumluluklarını efendiye atarak kazandığı rahatlık.
Bu çelişkilerin sunumundan sonra Trier hakikaten tüm sorumluluğu tüm bu çelişkileri yaratan efendiye mi atıyor?
Ben düşününce bire bir ilişkilerimden, sosyal birlikteliklerime, iş hayatımdan, akademik hayatıma, yaşadığım topraklarda yaşananlardan, dünyanın durumuna gördüğüm, hisstiğim tüm bu efendi köle durumlarının sorumluluğunu bu durumu yaratan efendilere mi atıyorum?
Çarşamba, Kasım 09, 2005
Şık Güzel Bir C++ Tutorial'ı
C++ as a Second Language gibi bir tutorial. Genel PL kavramlarını öğretmekten çok, kavramların C++'daki uygulama biçimlerini tanıtıyor. Hızlı ve verimli bir şekilde dile ısınmak için kullanılabilir.
Salı, Kasım 08, 2005
Blake Edwards
Pembe Panterler, The Party, The Great Race gibi sevdiğim filmlerin yönetmeni aynı adammış. Blake Edwards. Bu adamın diğer filmlerini de seyretmeli.
What keeps mankind alive?
You gentlemen who think you have a mission
to purge us of the seven deadly sins
should first sort out the basic food position
then start your preaching, that's where it begins
You lot who preach restraint and watch your waist as well
should learn for all time how the world is run
However much you twist, whatever lies you tell
food is the first thing, morals follow on
So first make sure that those who now are starving
get proper helpings when we all start carving
What keeps mankind alive? The fact that millions
are daily tortured, stifled, punished, silenced, oppressed
Mankind can keep alive thanks to its brilliance
at keeping its humanity repressed
For once you must not try to shirk the facts
Mankind is kept alive by bestial acts
You say the girls may strip with your permission
You draw the line dividing art from sin
So first sort out the basic food position
then start your preaching, that's where it begins
You lot who bank on your desires and our disgust
should learn for all time how the world is run
Whatever lies you tell, however much you twist
food is the first thing, morals follow on
So first make sure that those who now are starving
get proper helpings when we all start carving
What keeps mankind alive? The fact that millions
are daily tortured, stifled, punished, silenced, oppressed
Mankind can keep alive thanks to its brilliance
at keeping its humanity repressed
For once you must not try to shirk the facts
Mankind is kept alive by bestial acts
Mankind can keep alive thanks to its brilliance
at keeping its humanity repressed
For once you must not try to shirk the facts
Mankind is kept alive by bestial acts
Pazar, Kasım 06, 2005
"Before Sunset" veya bazı filmler ayağınız yerden kesebilir ...
Moğollar Konseri
Lise iki idi yanlış anımsamıyorsam. Moğollar daha yeniden yenice toplanmışlar. Eskişehir'de konser verecekler. Biz nasıl da mutluyuz. Anodolu Pop'un yeniden icra edilecek olması. Bizim yetmişlerde sonra bu müziği ilk canlı dinleyenler olacak olmamız hepimiz çok heyecanlandırmakta. Hep beraber dümteka dümtek diyeceğiz, Çanakkale İçenden'i söyleyeceğiz. Yatakhanede birimizin çarşafını feda edip kocaman bir pankart hazırlamıştık. Pankarta ne yazdık anımsamıyorum. Konserden sonra da gidip konserin afişini imzalatmıştık. Bu afişi babam çerçeveletip Sındıgı'daki odama asmıştı. Afiş hala ordaydı :). Konsere gidenlerden kimlerde hala bu imzalı afişlerden duruyorki?
Çocukluğumun geçtiği ev ...
Bayramların güzelliği bu herhalde. Bayramlar da Ankara'daki koşuşturmaca içinde aklıma bile gelmeyen güzelliklere zaman ayırma fırsatım oluyor. Bu bayram da, her zamanki gibi soluğu kasabamızda, Sındırgı'da aldık. Bayramlaşmalardan sonra hemen çocukluğum geçtiği Sındırgı'daki evimize gittim. Ev hala kullanılır durumda. Annem ve babam, havalar güzel olduğunda fırsat bulduklarında gidip kalıyorlar fakat ben o evde kalmayalı nereden baksanız 8-10 sene olmuştur. Evi fotografladım. Bahçedeki nar ağaçı nasıl güzel meyve vermiş. Nar topladım. Çocukluk günlerimi düşündüm...
Arka bahçe ve nar ağacı ...
Dr.Strangelove or: How I learned to stop worrying and love the bomb
Stanley Kubrick'in böyle bir filmi olduğunu biliyordum ama hiç bir izleme isteği duymamıştım. Kara komedi olduğunu da biliyordum aslında, hatta izlemek istemememin en büyük sebebi de Kubrick'e bir komediyi yakıştıramamamdı herhalde.
IMDB'den en beğenilen filmler listesine bakarken farkettim ki filmimiz en beğenilen komedi filmleri listesinde birinci sırada yeralmakta. Durum bende bir merak uyandırdı ve seyretmeye karar verdim.
Film başlar başlamaz ilk şok Peter Sellers oldu. Peter Sellers filem üç ayrı karakteri canlandırmakta. Ve üçünde de birbirinden başarılı performans sergilemekte. Film muhteşem bir kara komedi. Yönetenler ve savaş üstüne bir tekerleme gibi. 'Peace is our profession' yazisi altinda yapilan silahli catismalar, Dr.Strangelove'ın "mein fuhrer i can walk!"diyip ayağa kalkması :), başkanın generalini "this is the war room, you can't fight here" diye azarlaması filmden aklımda kalan sahneler.
Seyretmeyenlere ısrarla tavsiye edilir.
Çarşamba, Kasım 02, 2005
Rahmi'nin Masaüstü Duvarkağıtları
Pazartesi, Ekim 31, 2005
Hollywood Ending
Hollywood vari bir Son, Türkçeye böyle çevrilmiş filmin adı. Bir kaç hafta önce Annie Hall ve Manhattan ile başlayan Woody Allen maceram uzun sürecek gibi görünüyor. Pek eğleniyorum seyrederken. Woody Allen sürekli nevrotik. Her an patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor. Her patlamasında ortalığa inciler saçılılıyor. Saçılan inciler ise bize "hayatı" anlatıyor. Neydi hayat, anımsayalım; " Hayat varoluş, aşk, seks, sanat vesairedir".
Woody Allen'ın filmlerini hatırlamak için o filmde saçtığı incilerden bir kaçını not alsam yeterli olur diye düşünüyorum. Bu filmdeki en sevdiği replik şuydu:
Sex is better than talk. Ask anyone. Talk is what you suffer through to get to sex.
(Tr. "Seks konuşmaktan daha iyidir. İstediğine sorabilirsin. Konuşmak seks yapana kadar çekilen acıdır")
Pazar, Ekim 30, 2005
Fotograf Gezisi
Bu gün FSA (Fotoğraf Sinema Ankara) fotograf okulunda ilk kuru bitirenler ile birlikte kur sonu fotograf gezisine gittim. Kale gezisi veya geleneksel kale gezisi. Gene Anadolu Medeniyetlerinden başladık gezmeye, sonra kalenin yeni yapılan burçlarına çıktık ve gezimizi At Pazarında yeni açılan Rahmi Koç Müzesinin biraz altındaki Erzurumlu Amcanın çay ocağında bitirdik. Keyifli bir geziydi. Bir de zaman ayırıp şu yeni açılan müzeleri gezmek lazım. ODTÜ'deki Bilim ve Teknoloji Müzesi ve At Pazatındaki Rahmi Koç Müzesi.
www.durakailesi.com
Şirketin sunduğu hizmetlerden şimdiye kadar memnunum. Fena olmayan bir yönetim konsolları var. E-posta dağıtmaktan subdomain açmaya, html edit etmeye kadar bir çok işlemi bu konsol üstünden halletmek mümkün.
Cuma, Ekim 28, 2005
External Hard Disk'den Veri Kurtarmak
Akşam google'dan bir sürü arama yaptım. Bir türlü data recovery yapan şirketlerin reklamların aralarından işe yarar bir bilgiye ulaşamadım. En son artık vazgeçmeme yakın EasyRecovery programına rastladım.
Programı kurdum ve çalıştı. Windows tarafından erişilemeyen disk alanına erişti ve verileri kurtarmayı başardı. Solda EasyRecovery programının ana ekranı görülmekte. Bu program hakkında detaylı bilgiye Ontrack'in web sayfasından erişebilirsiniz.
Diski kurtarmak için ana ekrandan AdvancedRecovery seçeneğini seçtim. Daha sonra gelen ekrandan kurtarılmasını istediğim drive'ı seçtim. Kurtarma ayarları üzerinde de değişiklik yapmam gerekebilir hissi ile Advanced Options'ı bir bakmak istedim. Beklediğim gibi birkaç ufak ayar yapmak gerekti. En önemlisi de kurtarılacak diskte eskiden silinmiş verileri kurtarma ayarıydı. Bu ufak ayarı da yaptıktan sonra kurtarna işlemi yürütüldü. Program yaptığı inceleme sonunda bana diskteki dosyların listesini sundu. Bu liste üszerinden seçtiğim dizin ve dosyaları istediğim bir dizinin içine kurtardı.
Çarşamba, Ekim 26, 2005
The Francesca Woodman Gallery
Çok etkileyici fotograflar. 14 yaşında başlamış bir kariyer ve 23 yaşında intaharla bitmiş. Bildiklerim şimdilik bu kadar.
Pazartesi, Ekim 24, 2005
Babamın Köşe Yazıları
Babam (İhsan DURAK) bir süredir Balıkesir'in mahalli gazetelerinden bir olan Marmara Bölge Gazetesi'de köşe yazıları yazıyor. Bu linkden o haftaki yazılarına ulaşmk mümkün olacak gibi gözüküyor.
Tüm yazıları için:
http://www.harman.diyari.com